Bulgaristan Kapıkule sınırı, 1989 yılının yaz aylarında topraklarını terk etmek üzere yola çıkmış her yaştan Bulgaristan Türkü ile doluydu. Gidecekleri yurtta nelerle karşılaşacaklarını bilmedikleri için, ellerinde ne varsa satıp, Anadolu topraklarında açta, açıkta ve muhtaç kalmamayı amaçlamışlardı. Bunun nedeni ise Todor Zhivkov’un “soya dönüş” adlı asimilasyon politikasıydı. 1989 senesi yaklaşık 350 bin insanın yüreğinde derin bir yara bıraktı. Doğduğu toprakları geride bırakan Bulgaristan Türkleri, ana memleketleri Türkiye’de yeniden doğdular. Bu zorlu ve acı dolu süreci Balkan Göçmenleri Kültür ve Dayanışma Derneği Başkan Yardımcısı İbrahim Erhalim ile değerlendirdik. Sorularımıza cevap olan bir diğer isim Bulgaristan Türkü Nevriye Güngör ise bu acı olayın bizzat tanığıdır.
Todor Zhivkov iktidarında sadece Türkçe adlar değil, dini bayramlar, geleneksel yaşam şekli, ibadetler ve geleneksel kıyafetler de yasaklandı. Türk örf ve adetlerine sımsıkı bağlı yaşayan Bulgaristan Türkleri için bu yasaklar özgürlüklerine bir darbe, bileklerine geçirilmiş bir prangaydı. Bulgaristan Türkleri kendilerine yöneltilen zorunlu kimlik değiştirme dayatmasını reddedip, isimlerine ve köklerine canla başla sahip çıkmak için direndiler. Bu direnişlerin sembolü olan, Bulgaristan’ın Kırcaali ilinde bulunan Mastanlı ilçesinde ise çok acı verici bir olay yaşandı. O gün Mastanlı sakinleri endişe ve korkuyla sokaklara dökülmüşlerdi. Bulgar askerleri protestolara ateşle karşılık verdi. Genç, yaşlı demeden Bulgar askerlerinin önüne bedenlerinden oluşan etten bir siper ördüler, bu direnişte onlarca yaşlı insan yaralandı ve birçok ölüm gerçekleşti. Bu feda edilen canların arasında henüz sadece 1 yaşında olan Türkan Feyzullah bebekte vardı. Annesinin sırtında etrafında olan bitenden hiçbir haberi yokken, başından vuruldu. Minik bedeninin bir özgürlük direnişine kurban gitmesi herkesin yüreğine bir ok gibi saplandı. Bulgaristan Türklerinin başa çıkmak zorunda kaldıkları bir diğer konu ise, isimlerinin değiştirilip, yerlerine rastgele Bulgar isimlerinin verilmesiydi. Nüfus müdürlüğüne zorla götürülen ve isimlerini değiştirilen Türkler’e “Kendi hür iradem ve isteğimle ismimi değiştiriyorum” yazılı bir belge imzalatıldı. Bu sert dayatmalara maruz bırakılmış insanlar, sadece canlı yurttaşları için değil, mezarda yatan yurttaşlarının isimleri için de direnmek zorundaydılar. Politikanın bir diğer çarpıcı maddesi ise, Türk mezarlıklarındaki Türk isimli mezar taşlarının üzeri çizilerek üstüne rastgele bir Bulgar isminin yazılmasıydı. Tüm bu olaylar gerçekleşirken, Bulgaristan basını büyük bir özenle dışarıya hiçbir bilgi sızdırmadı. Yani hiçbir ülkenin Bulgaristan’da yaşananlardan haberi yoktu.
“Kimse istemez doğduğu topraklardan ayrı kalmak”
İzmir’in Karşıyaka ilçesinde bulunan Balkan Göçmenleri Kültür Sanat ve Dayanışma Derneği (EGE BAGDER) Başkan Yardımcısı İbrahim Erhalim 1989 senesinde Bulgaristan göçmenlerine yapılan zulüm ve uygulanan politika hakkındaki soruya, “Osmanlı zamanından sonra azınlık olarak Türklerin Bulgaristan sınırları içerisinde yer almaları, hükümet tarafından baskılara maruz bırakılmalarına sebep oldu. Balkan topraklarında genel olarak Türklerin karşı karşıya kaldığı bir durumdur bu, fakat 1989 senesinde Bulgaristan Türklerinin yaşadığı durum daha ağır. Kimse istemez doğduğu topraklardan ayrı kalmak ve yaşlanmak ama maalesef Bulgaristan Türklerinin elinden bu hakkı aldılar.’’ diye yanıt verdi. Erhalim, “Baskılarla, diretmelerle ve zor kullanmalarıyla o topraklarda yaşayan yurttaşlarımızı zorunlu göç etmeye mecbur bıraktılar. Bulgaristan Türklerinin en çok korktuğu şeylerden biri de anavatana dönüldüğünde dışlanmak ve ötekileştirilmekti ama çalışkanlıklarıyla tanındılar ve ülkemize çok faydaları dokundu. Bu yüzden çok çabuk bir şekilde adapte oldular ve ötekileştirilmeden yaşadılar.’’ ifadelerinde bulundu.
“Hepimiz tarlada yere oturup ağlaştık”
1989 senesinde Bulgaristan’ın Haskovo ilinden, Türkiye’nin İzmir iline göç eden Nevriye Güngör bize kendi yaşadıklarını anlattı, “Çok zor zamanlarımızdı, hatırlamak bile çok üzüyor beni. O zamanlar tütün tarlasında çalışıyordum ve olayları yanımızda çalışan arkadaşlarımdan duydum. O zamanlar televizyon çok yaygın değildi, her köye ya bir ya da iki televizyon düşerdi. Mastanlı köyünde yaşayan arkadaşım tarlaya çalışmaya gelmedi. Haliyle endişelendik sonra haberleri gelmeye başladı. Askerler köye inmiş dün gece ve birkaç yurttaşımızı öldürmüşler, orada kimse sokağa çıkamıyormuş. Biz bunu duyunca yıkıldık. O gün kimse tütün toplamadı ve hepimiz tarlada yere oturup ağlaştık.’’ dedi ve şöyle devam etti: “Çok geçmeden bir iki gün sonra baskılar bizim köyde de başladı. Kızlarım o zamanlar gençti, hepsi de pırıl pırıllardı. Hayalleri ve idealleri vardı. Sporcuydular. Sınır dışına çıkmamız da yasaktı ve utana sıkıla isimlerimizi değiştirdik. Benim ismim Natasha olmuştu ve o gün de çok ağlamıştım. Çok geçmeden toplama kampı diye bir yerin adı duyulmaya başlandı. Yakın akrabalarımızdan toplama kampına alınıp işkence görenler var. Dört tarafı denizle çevrili bir adaya resmen zindan kurmuşlar ve direten insanları oraya kapatmışlardı.’’
“Naim dendiği zaman akan sular durur”
Bulgaristan'da Türklerin yaşadığı zulmü bütün dünyaya duyuran Naim Süleymanoğlu hakkında Güngör, “Çok fazla öneme sahip bizim için, o olmasaydı hepimiz kimliklerimizi kaybetmiş bir vaziyette Bulgar isimlerimizle yaşıyor olurduk. Belki çocuklarımız torunlarımız Türkçe bilmeden yaşayacaklardı.’’ şeklinde konuştu ve cümlesine şöyle devam etti, “O bizim gururumuz, Bulgaristan’da halter çok önemli bir spor dalıdır. Zaten memleketimiz iki alanda çok başarılıydı, biri güreşti diğeri de halter. Naim Bulgaristan’da yaşayan bir Türk olarak bizi gururlandırdı. Türkiye’de de yine anavatanımızda bizi gururlandırdı, üstelik hepimizin hayatını kurtardı. Bizim oralarda Naim dendiği zaman akan sular durur. Bir gün yine tarlada tütün toplarken, Naim’in haberi geldi ‘Türkiye’ye kaçmış’ dediler. Bayram ilan edildi sanki. Bu sefer de bütün tarladakilerle karşılıklı oynaştık. Naim bizim oğlandır, her zaman gurur duyduk onunla, aklıma geldikçe yine gözlerim doluyor. O küçücük çocukcağız hepimizin hayatını kurtardı, yaşadıklarımızı duyurdu, sonra da zorunlu göç yaşadık, bu topraklara geliverdik. Naim bizim için ‘Kapıkule’nin anahtarı’ huzur içinde yatsın yavrumuz.’’
Yaşadıkları kimlik savaşının, kaybettikleri canların ve ötekileştirmelerinin ardından 1989 senesinden bu yana vatanımızda Türklüklerine düşkünlükleriyle ve çalışkanlıklarıyla bilinen Bulgaristan göçmenleri çifte vatandaşlık hakları ile hem doğduğu toprakların hem de ülkemizin vatandaşı olarak yaşamlarına devam etmektedirler. Bulgaristan Türklerinin yaşadığı zorlukları ve kimlik savaşını araştırma yolunda bize ışık tutan İbrahim Erhalim ve Nevriye Güngör’e teşekkür ederiz.
Haber: Neşe Şen
DÜNYA ŞAMPİYONU MÜCAHİT KULAK: “DURMAK YOK, RİNGE DEVAM”
Dünya şampiyonluğu, spor dalında en iyi olanın taşıdığı prestij ve ...
TARİHE TANIKLIK EDEN MÜZE ‘‘ULUCANLAR CEZAEVİ MÜZESİ’’
Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi (Ulucanlar Cezaevi), 1925 ve 2006 yılları ...
HAYVAN DOSTLARIMIZDA KAN PARAZİTİ HASTALIĞI
Her canlı dönem dönem sağlık sorunları yaşamaktadır. Bu sağlık sorunlarının ...
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE SOSYAL YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA
Osmanlı İmparatorluğu'nda sosyal yardımlaşma ve dayanışma kültürü, toplumun temel değerlerinden ...
İnsan ve diğer tüm canlıların hayatına devam edebilmesi için toprak ...
KADINLARIN VAZGEÇİLMEZ GİYSİSİ: KIRAS-FİSTAN
Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne ait birçok yerde yıllardır ...
Türkiye’nin birçok şehrinde birbirinden güzel evler bulunmaktadır. Peki ya Ankara’nın ...
SIK RASTLANIP AZ BİLİNEN HASTALIK: KURDEŞEN
Vücudumuzda bir bölge kaşındığı zaman hafife alır, kaşıyıp geçmesini bekleriz. ...
Aydın deyince aklımıza ilk incir, incir deyince de aklımıza ilk ...
DÜNDEN BUGÜNE: URLA SANAT SOKAĞI
Asıl adı Zafer Caddesi olan sokak, 2010 yılından sonra bir ...