Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
İletişim Fakültesi / Gazetecilik Bölümü

Öğrenci Uygulama Haber Sitesi


TÜRKİYE SİNEMA KRALINDAN USTA OYUNCULUĞA: ÜMİT ACAR

11.05.2025
Kültür Sanat

 

Kariyerine, bir arkadaşının başvurmasıyla katıldığı “Türkiye Sinema Kralı” yarışmasını kazanarak başlayan Ümit Acar,  bugüne kadar 100’ün üzerinde filmde rol aldı. Kamera önü oyunculuğuna yönelen, sinema sektöründeki deneyimiyle tanınan ve zaman içinde popülerliğini kaybetmeden kariyerini sürdüren oyuncu, oyunculuk anlayışında rolün büyüklüğünden ziyade karakterin ruhunu yansıtmayı ön planda tutuyor. 

 

Aktif yaşam tarzı, doğaya olan ilgisi ve spora verdiği önemle öne çıkan Ümit Acar, yıllara meydan okuyan disiplini ve kültürel üretkenliğiyle yalnızca oyunculukta değil, sanatsal çok yönlülüğüyle de adından söz ettirmeye devam ediyor. Oyunculuk kariyerindeki yolculuğu ve hayatına dair hikâyeleri kendisinden dinledik.

 

Kendinizi tanıtır mısınız? Sinema kariyerinizin ardından hayatınızda neler değişti ve şu anda nelerle ilgileniyorsunuz?

İstanbul doğumluyum. Uzun yıllar orada yaşadıktan sonra yaklaşık 30 yıl önce buraya taşındım. Sinemadan emekliyim ama tamamen kopmuş değilim. Keyif aldığım sürece çalışmaya devam ediyorum. Günlerim yüzerek, spor yaparak, bisiklet sürerek geçiyor. Doğada olmayı, kırlarda, bayırlarda sakin yerlerde vakit geçirmeyi çok seviyorum. Özellikle köylerde, kıyıda köşede kalmış yerlerde yaşlı insanlarla sohbet etmek bana büyük keyif veriyor. Onların anlattıklarından beslendiğime ve onlardan öğrenilecek çok şey olduğuna inanıyorum. Halkı seviyorum. Türk insanını çok seviyorum. Vatanımızı çok seviyorum. Allah zeval vermesin. Elimden geldiğince okumaya çalışıyorum. Geçen yıl, ilginçtir, 900 sayfalık bir Tıp kitabı okudum. “Ne alaka?” diyebilirsiniz ama spiritüel kitaplarla da ilgileniyorum. Müzikle de yakından ilgiliyim. Dinliyorum, çalışıyorum, üretiyorum. Yaklaşık 26 yıl boyunca müzik dersi verdim. “Hocalık yaptım.” demek istemem çünkü ben de öğrencilerimden çok şey öğrendim; karşılıklı bir paylaşım söz konusuydu. Hayatım kısaca böyle geçiyor. Müzik yaparak, kitap okuyarak, doğada gezerek, sessizliğin sesini dinleyerek…

 

Oyunculuğa başlama süreciniz nasıl gelişti? Yolunuzu en çok etkileyen kişi ya da olay neydi?

Evet, bu konuda en çok etkisi olan kişi, çok sevdiğim ve İstanbul Belediye Konservatuvarından da arkadaşım olan Kenan Kaya’dır. Oyunculuğa başlamam aslında onun benden habersiz bir girişimiyle oldu. Benim bir fotoğrafımı alıp Türkiye Sinema Kralı yarışmasına göndermiş. Benim bundan haberim bile yoktu. Yarışmaya katıldım, kademeli olarak ilerledim; çeyrek final, yarı final derken sonunda Türkiye Sinema Kralı seçildim. Bu süreçte Kenan Kaya’nın büyük bir payı, çok ciddi bir etkisi oldu. Eğer onun o sürpriz teşebbüsü olmasaydı, büyük ihtimalle ben bugün bu işi yapmıyor olacaktım. Ne yapıyor olurdum, inanın ben de bilmiyorum.

 

Kariyeriniz boyunca birçok farklı karaktere hayat verdiniz. Sizi en çok zorlayan ya da en çok etkileyen rol hangisiydi?

Güzel bir soru. Buna şöyle samimiyetle cevap vereceğim: Açık konuşmak gerekirse, bugüne kadar beni gerçekten derinden etkileyen bir karakter olmadı. Hâlâ, “İşte bu rol beni başka bir yere taşıdı!” diyebileceğim bir çalışmam olmadı. İnşallah bir gün nasip olur. Ama elbette etkileyici bazı işler yaptım. 100’ün üzerinde sinema filminde başrol oynadım. Diziler, reklam filmleri derken bir hayli yoğun bir geçmişten söz ediyoruz. Mesela, şimdi aklıma gelen bir rol var şu an: “Melek Amil”. “Büyük Buluşma” isimli çalışmada bu karakteri canlandırmıştım. Ölülerle konuşan bir karakterdi bu. Çok farklı, çok sıra dışı bir roldü. Her hafta karşıma farklı bir “ölü” karakter çıkıyordu. Onunla diyaloğa giriyordum. Pişmanlıklarını, “Keşke şöyle yapsaydım, böyle olmasaydı.” tarzında sözlerini dinliyordum. Benim de onlara bir tür yanıt vermem, tepkisiz ama anlamlı bir duruş sergilemem gerekiyordu. Bu noktada düşündüm: “Melek nasıl bakar? Ne yapar? Nasıl durur?” diye sordum kendi kendime. Sonunda karakterin özünü bir bakışla yakaladım. Karşısındakinin gözlerinin içine, âdeta içini delip geçerek bakan bir bakış buldum. O bakış çok beğenildi. Hatta o dönem her kesimden ilgiyle izlenen, büyük heyecanla beklenen bir iş olmuştu. Yaklaşık bir buçuk yıl sürdü. Şimdi düşündükçe o proje gerçekten farklı bir yerde duruyor benim için.

 

Bugünün sinema ve dizi sektörünü, mesleğe başladığınız yıllarla karşılaştırdığınızda sizce en büyük fark nedir?

Türkiye Sinema Kralı seçilerek 1980 yılında bu mesleğe adım attım. O dönemi düşündüğümde ilk aklıma gelen şey, işimizi çok daha amatör bir ruhla ama büyük bir keyifle yaptığımız. Teknik imkânlarımız oldukça sınırlıydı. Mesela o zamanlar sette monitör bile yoktu. Kameramanın ne çektiğini ancak kurguda görebiliyorduk ama buna rağmen setlerde çok iyi niyet hakimdi. Takım ruhu vardı ve bu da işi keyifli hale getiriyordu. Bugün teknoloji çok ilerledi, her şey daha hızlı ve donanımlı yürütülüyor ama o eski keyif, o sıcaklık ve samimiyet artık pek yok gibi geliyor bana.

 

Oyunculuğunuzda rol seçimi yaparken hangi kriterleri göz önünde bulunduruyorsunuz?

Tabii ki rol seçerken birçok kriter var. En önemlisi, bugüne kadar oluşturduğum karakterlerle uyumlu olması ve kariyerimi zedelememesi. Bu, benim için olmazsa olmaz bir kriter. Bunun dışında, oynamak isteyip istemediğimi düşündüğümde, gerçekten karakterin çizgisi çok önemli. Oynamaya karar vermem için karakterin bana hitap etmesi ve oyunculuk tarzımla uyumlu olması gerek. Bu da rol seçiminde belirleyici olan temel unsurlardan biri.

 

Kendinizi kamera önünde mi, sahnede mi daha özgür hissediyorsunuz?

Aslında ben, kendi düşünceme göre kamera önünde daha rahat hissediyorum, diyebilirim. Çünkü bizler, herhangi bir film ya da diziye başlamadan önce karakterin bakış açısını, duruşunu, yürüyüşünü, konuşma tarzını ve diğer özelliklerini derinlemesine araştırıp çalışıyoruz. Bu ön hazırlık, aslında esas çalışmamız. Kamera önüne geçtiğimizde, artık bu hazırlıkların sonucunu gösteriyoruz. Bu nedenle, kamera önünde genellikle dinlenmiş ve hazır hissediyorum. Bu açıdan, kamera önü benim için bir çeşit istirahat ve tatil gibi.

 

Şu ana kadar canlandırdığınız karakterlerle özel bir bağ kuruyor musunuz? 

Aslında, canlandırdığım karakterlerle özel bir bağ kurduğumu söyleyemem. İlk dönemlerde, yani ilk 2-3 yıl boyunca büyük bir merakla, “Ne yapmışız, rolümüzün hakkını verebilmiş miyiz, nasıl görünmüşüz?" gibi düşüncelerle beklenti içine giriyorduk. Ama o ilk birkaç yıl geçtikten sonra fark ettim ki, aslında şu ana kadar başrol oynadığım 5 tane filmimi izlemedim bile. Evet, inanın izlemedim. Merakta etmiyorum. Çünkü sette, senaryonun gereği olarak ne yaptığınızı büyük ölçüde biliyorsunuz. Bu yüzden izlememin bir anlamı yok. Benim için hayata bağlanmamı sağlayan şeyler daha farklı. Beni en çok hayata motive eden şeyler, sağlıklı, huzurlu ve mutlu bir yaşam sürebilmek için yaptığım şeyler. Hayatın bize bahşettiği bu anatomik yapımızı ve fiziksel sağlığımızı koruyabilmek için her gün spor yapmaya özen gösteriyorum. Yazın, uygun zamanlarda yüzmeyi tercih ediyorum. Ayrıca her gün yürüyüş yapıyorum ve mutlaka bisiklet sürüyorum. Üşengeç bir yapım yok. Elimden geldiğince her işimi kendim yapmaya çalışıyorum. Örneğin, evdeki tadilatları bile kendim yapıyorum. Hayatı seviyorum ve beni hayata bağlayan şeyler de bunlar.

 

Oyunculuk dışında vakit ayırdığınız başka sanat dalları ya da hobileriniz var mı?

Var. Ben İstanbul Belediye Konservatuarı mezunuyum, Türk Müziği Nazariyatı Bölümünden. Bu konuda kendimi gerçekten olağanüstü şanslı addediyorum. Çünkü Türkiye'nin gelmiş geçmiş en kıymetli hocalarından feyzaldım, nasiplendim. Aralarında vefat edenler de oldu, Allah rahmet eylesin. Üniversite korosunda uzun yıllar emek veren Süheyla Altmışdört Hoca, İsmail Hakkı Özkan, Ruhi Su gibi çok değerli isimlerden eğitim alma şansım oldu. Bu nedenle kendimi çok şanslı hissediyorum. Müzik, beni hayata ve yaşama daha çok bağlayan şeylerden biri. Özellikle Türk Sanat Müziğini çok seviyorum. Naçizane ut çalıyorum, klarnet öğrenmeye çalışıyorum. Türk müziğine ilgim çok derin. Beni gerçekten etkileyen bir Türk müziği eseri duyduğumda, yolda bile olsam arabada dinlerken çok duygulanıp ağladığım anlar olmuştur.

 

Genç oyunculara ya da oyunculuk hayali kuranlara vereceğiniz en önemli tavsiye nedir?

Sabır… Sabırlı olsunlar. Çünkü her gün neredeyse birileri geliyor ve “Ağabey, biz de oyunculuk yapabilir miyiz?” diye soruyor ama bu iş öyle bir iş değil. Zannediyorlar ki televizyonda, sinemada gördükleri herkes bu işi istemiş ve yapabilmiş. Halbuki bu çok büyük bir yanılgı. Belki abartılı olacak ama bana sorarsanız şu anda milyonlarca insan sinema oyuncusu olmak istiyor. Geçenlerde bu konuyla ilgili çok ilginç bir şey yaşadım. İstanbul’da bir sete gidiyordum. Benzin almak için benzin istasyonuna uğradım. Oradaki gençlerden biri geldi, “Ağabey, ben de oynayamaz mıyım?” dedi. “Oynayabilirsin kardeşim.” dedim. Ama hemen ardından, “Ben figüran olmam, başrol oynarım.” dedi. Ben de, “Tamam kardeşim, git oyna o zaman.” dedim. Bu iş bu kadar kolay değil. Elbette çok yetenekli olabilirsiniz. O ve onun gibiler kendilerini çok yetenekli addediyor olabilir ama kamera karşısına geçtiğinde ne yapacağını bilmek, o dengeyi, o akışı yakalayabilmek öyle kolay bir şey değil. Bu yüzden yavaş yavaş, sindire sindire, sabırla bu yollardan geçmek gerekiyor. O meşakkatli yolları göze almak, öğrenmeye açık olmak, özümseyerek ilerlemek şart.

 

Gelecekte kendinizi nerelerde görmeyi umut ediyorsunuz? Gerçekleştirmek istediğiniz hedefleriniz var mı?

Açıkçası çok ütopik bir hedefim vardı. Bir arzum, isteğim, içimde hep taşıdığım bir niyet… “Çağrı” filminde rol alan o muazzam aktör, Anthony Quinn ile aynı projede yer almayı çok isterdim. Kendisine gerçekten hayrandım. Öyle bir oyuncuydu ki, bir filmin hangi sahnesinde kadraja girerse girsin, bana göre film o anda başlardı. Onunla aynı sette olmak en büyük arzularımdandı ama nasip olmadı. Yine de bugüne kadar 7-8 adet uluslararası prodüksiyonda yer aldım. Amerikalılarla, İtalyanlarla, Fransızlarla, Almanlarla çalıştım. Hepsiyle aynı seti paylaşmak nasip oldu. Hatta çok ünlü oyuncularla da aynı projelerde bulundum. Ama nedense hep içimde o bir kişi vardı: Anthony Quinn. Onunla çalışmayı çok istemiştim. Kısmet değilmiş. Allah rahmet eylesin.

 

Bizlerle paylaşabileceğiniz özel ya da ilginç bir anınız var mı?

Evet, mesela “Kurtlar Vadisi” yapımında oynadığım dönemden yıllar sonra yaşadığım bir olay var. Bir gün misafir geldi. Simit, poğaça almamı istediler. Ben de bu işin hakkını veren bir fırına gittim. O sırada antika merakım vardı, özellikle toprak üstü parçalar ilgimi çekerdi. Bu merak yüzünden bir transporter minibüsüm vardı, onunla fırına gittim. Simitleri alıp arabaya oturdum. Derken 35 yaşlarında bir genç koşa koşa geldi, nefes nefese, “Ağabey, sen Ersoylu değil misin?” dedi. “Evet kardeşim, benim.” dedim. Meğer uzaktan görmüş, “Bu adam Ersoy Ulubey ama bu arabada ne işi var?” diye içinden geçirmiş. Ben de espriyle karışık, “Gel biraz yaklaş, bir şey söyleyeceğim ama aramızda kalsın.” dedim. “Ağabey ayıp ettin, bizden bir şey çıkmaz.” dedi. Dedim ki, “Ben bu arabayla sadece simit almaya geliyorum. Helikopter bahçede duruyor.” Çocuk bir durdu, sonra da “Yeme beni ağabey yahu!” dedi. Bu algı bana hep ilginç gelmiştir. Eskiden Hulusi Kentmen de holding sahibi rollerinde oynardı ama akşamları troleybüsle (elektrikli otobüs) evine dönerdi. İnsanlar da, “Herhalde gizli kamera var, hâlâ çekimdeler.” derlermiş. Benim yaşadığım da tam olarak böyle bir durum. 

 

Son olarak söylemek istediğiniz şeyler var mı?

İyi ki varsınız. Bizim naçizane yaşadığımız tecrübeleri aktarmak konusunda bir köprü olduğunuz için, iyi ki varsınız. Sizi de sevdim ayrıca. Hoş geldiniz. Bu yaşadığımız tecrübeleri aktarabilmiş olmak güzel bir şey. Yani bunun hoş, güzel, çok takdire şayan olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu işi yapmaya heves eden kişilerde bir örnek teşkil edelim isterim. Ama ne olursa olsun onlara tavsiye edeceğim tek bir şey var. Çok ama çok önemli bir şey var. Şımarmasınlar. Mütevazı olsunlar. Sonuçta pilot uçak kullanıyor, doktor işini yapıyor, bulaşıkçı bulaşık yıkıyor, çöpçü çöpleri süpürüyor, şoför şoförlük yapıyor. Biz de bu işi yapıyoruz. Yani çok özel bir durumumuz, halimiz yok. Ama maatteessüf görüyorum ki bu mesleği yapan yani oyunculuk, aktörlük, aktristlik yapan kişiler şımarıp halka yukarıdan bakmaya başlıyorlar. Bu beni ziyadesiyle üzüyor. Çok ünlü olabilirler ama insanlıktan çıkmasınlar.

 

Dizi ve sinema oyuncusu Ümit Acar’a, samimi yanıtları ve bize zaman ayırdığı için teşekkür eder, kariyerinin ilerleyen yıllarında da başarılarının devamını dileriz.

 

Haber: Ömer Faruk Yalçın

EN ÇOK OKUNANLAR

DÜNYA ŞAMPİYONU MÜCAHİT KULAK: “DURMAK YOK, RİNGE DEVAM”

  Dünya şampiyonluğu, spor dalında en iyi olanın taşıdığı prestij ve ...

OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE SOSYAL YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA

  Osmanlı İmparatorluğu'nda sosyal yardımlaşma ve dayanışma kültürü, toplumun temel değerlerinden ...

TARİHE TANIKLIK EDEN MÜZE ‘‘ULUCANLAR CEZAEVİ MÜZESİ’’

Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi (Ulucanlar Cezaevi), 1925 ve 2006 yılları ...

HAYVAN DOSTLARIMIZDA KAN PARAZİTİ HASTALIĞI

  Her canlı dönem dönem sağlık sorunları yaşamaktadır. Bu sağlık sorunlarının ...

EN YÜKSEK SUÇ ORANI NEDEN AYDIN’DA?

  Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), her yıl olduğu gibi bu yıl ...

KADINLARIN VAZGEÇİLMEZ GİYSİSİ: KIRAS-FİSTAN

  Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne ait birçok yerde yıllardır ...

İNCİR BİR MEYVE Mİ ÇİÇEK Mİ?

  Aydın deyince aklımıza ilk incir, incir deyince de aklımıza ilk ...

TOPRAĞIN BİLİMİ PEDOLOJİ

  İnsan ve diğer tüm canlıların hayatına devam edebilmesi için toprak ...

ESKİ BİR TÜRKMEN ENSTRÜMANIN YENİDEN DOĞUŞU: ERBANE

  Eski çağlardan beri ritim ve müziğin vazgeçilmez bir enstrümanı olan ...

SIK RASTLANIP AZ BİLİNEN HASTALIK: KURDEŞEN

  Vücudumuzda bir bölge kaşındığı zaman hafife alır, kaşıyıp geçmesini bekleriz. ...

Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
İletişim Fakültesi / Gazetecilik Bölümü

Öğrenci Uygulama Haber Sitesi
+90 256 218 20 00