Yüzyıllardır Anadolu'nun sulak topraklarında sessizce yürüyen mandalar, sadece bir üretim kaynağı değil, doğanın hassas terazisinin en eski bekçileri. Ancak iklim değişikliği, bilinçsiz tarım ve hızla kaybolan sulak alanlar, bu görkemli hayvanları ve etrafında şekillenen gelenekleri yavaş yavaş sessizliğe gömüyor.
Türkiye’nin kadim tarım kültürünün en eski unsurlarından biri olan mandacılık, çağın hızlı değişimine rağmen bazı bölgelerde sessizce yaşamaya devam ediyor. Sulak alanlara bağlı bir üretim biçimi olan mandacılık, sadece süt ve et üretimi açısından değil, doğanın döngüsü içinde oynadığı rol bakımından da büyük bir değer taşıyor. Bugün mandacılığın karşılaştığı sorunları, sahip olduğu potansiyeli ve geleceğini anlamak için Samsun’da iki deneyimli manda üreticisi, Mehmet Kaya ve Yusuf Yavuz ile Samsun İli Damızlık Manda Yetiştiricileri Birliği’nden Ziraat Mühendisi Ahmet Akyol ile görüştük.
“Bataklıklar onların klimasıdır”
Mehmet Kaya, 40 yılı aşkın süredir mandalarla iç içe yaşayan bir üretici. Onun için mandalar sadece bir geçim kaynağı değil, hayatının ayrılmaz bir parçası. Manda bakmanın hem sabır hem de bilgi gerektirdiğini söyleyen Kaya, bu işin püf noktalarına değinerek, “Mandaların ter bezleri yoktur ve derileri oldukça kalındır. Yani bizim gibi terleyerek serinleyemezler. Vücut ısılarını dengeleyebilmek için mutlaka suya girip serinlemeleri gerekiyor. Bataklıklar onların klimasıdır. Eğer etraflarında gölet, dere ya da bataklık gibi sulak alanlar olmazsa derileri çatlamaya başlar ve yaralar oluşur. Zamanla hastalanırlar ve verimleri ciddi biçimde düşer. Bir manda ne kadar strese girerse, sütü o kadar azalır. Manda inatçıdır ama aynı zamanda zekidir. Ona iyi bakarsanız, size sadık kalır. Suyunu eksik etmezseniz, karnını doyurursanız hiçbir zorluk çıkarmaz. Ancak şartlarını sağlamakta yetersiz kalırsanız, ne yaparsanız yapın memnun edemezsiniz. Çünkü manda doğadan, sudan ve topraktan kopuk yaşayamaz.” şeklinde konuştu.
“Adeta kış uykusuna yatarlar”
32 yıldır mandacılık yapan Yusuf Yavuz, mandaların suya ve toprağa olan bu vazgeçilmez bağımlılığının kökeninde, onların evrimsel geçmişinin yattığını anlattı. Afrika kökenli olan bu hayvanların sıcak iklimlere uyum sağladığını ama nemsiz ve kuru soğuk havaların onlar için büyük bir tehdit oluşturduğunu söyleyen Yavuz, “Mandalar sıcağı sever. Yaz ne kadar sıcak olursa olsun keyifleri yerindedir. 40 dereceyi bulan havalarda bile, bir su birikintisine girip boylu boyunca uzanırlar, keyifle saatlerce serinlerler. Ancak kış aylarında işler değişir. Kışın soğuk ve kuru hava yüzünden hareketsizleşirler, süt verimleri yarıya iner, yani kış bu hayvanların genel sağlık durumunu kötü etkiler. Adeta kış uykusuna yatarlar. Bu yüzden kışa girmeden önce hayvanları daha sıkı beslemek ve sığınacak kapalı alanlar hazırlamak şarttır.” şeklinde konuştu.
“Mandalar, sulak alanların doğal koruyucusudur”
Mandacılığın ekosistem üzerindeki kritik rolüne dikkat çeken Yavuz, “Mandalar, sulak alanların doğal koruyucusudur. Onlar sayesinde bu alanlar dengede kalır. Eğer mandacılık sona ererse, önce bataklıklar kaybolur, ardından kuşlar, bitkiler ve tüm ekosistem zarar görür.” sözleriyle, mandaların çevreye olan faydalarını vurguladı. Ahmet Akyol’un verdiği bilgilere göre, mandaların otlarken yaptığı hafif toprak hareketleri, bitki köklerinin güçlenmesine ve tohumların doğal yollarla yayılmasına yardımcı oluyor. Ayrıca, mandaların çamura yatmaları, suyun toprağa sızmasını sağlayarak sulak alanların korunmasına katkı sağlıyor. Bu süreç, suyun doğal döngüsüne katkıda bulunuyor ve sulak alanların verimliliğini artırıyor. Mandacılığın çevresel sürdürülebilirlik açısından da önemli olduğunu ekleyen Akyol, “Mandacılık, iklim değişikliğine karşı güçlü bir direnç stratejisi sunuyor. Mandalar, doğal ortamlarını korurken, aynı zamanda karbon salınımını da azaltır. Bu, onları çevre dostu bir seçenek haline getirir.” diye belirtti.
Mandaların arasında eşek ne arıyor?
Manda sürülerinin yanında bir eşeğin dolaşmasının da Anadolu’da nesilden nesile aktarılan kadim bir gelenek olduğuna değinen Kaya, bu uygulamanın arka planındaki inancı şu sözlerle paylaşarak, “Sürünün başında ya da ortasında bir eşek bulunur. Dışarıdan bakanlar ‘Eşek ne geziyor mandaların arasında?’ diye şaşırırlar ama bunun bir sebebi vardır. Mandalar iri, heybetli ve güçlü hayvanlardır. Böyle büyük varlıklar insanların nazarını çeker. Halk arasında, ‘Manda göze gelir’ derler. İnsanlar farkında olmadan içlerinden kötü enerji salar. İşte eşeğin görevi burada başlar. Eşeğin kem gözleri çektiğine inanılır. Yani kötü enerjiyi üzerine alır ve sürüyü korur. Ayrıca eşekler doğaları gereği hareketli ve uyanıktır. Tehlikeyi ilk fark eden yine eşek olur, sürüyü de haberdar eder.” diye anlattı.
Yüksek besin değeri, düşük risk
Manda ürünlerine olan ilginin hızla arttığını ve manda etinin sağlık bilincine sahip tüketiciler için güçlü bir alternatif haline geldiğini belirten Yavuz, “Manda etinin en dikkat çekici özelliği, kolesterol oranının inek etine göre çok daha düşük olmasıdır. Bu yüzden, kırmızı et tüketiminde sağlığını korumak isteyenler için manda eti mükemmel bir alternatiftir.” dedi. Manda yoğurdu ve kaymağının, geleneksel yöntemlerle uzun süre fermente edildiğini ve bu sayede probiyotik açısından zenginleştiğini vurgulayan Yavuz, “Eskiden hastalanan çocuklara ve yaşlılara manda kaymağı yedirilirdi. Çünkü hem enerji verir hem de bağırsak florasını, sindirim sistemini korur ve sarılığı önler.” diye ekledi. Bu geleneksel kullanım, manda ürünlerinin sadece besin değil, halk sağlığı açısından da ne kadar kıymetli olduğunu ortaya koyuyor. Manda sütünün sağlık açısından oldukça değerli olduğunu söyleyen Akyol, bu sütün omega-3 bakımından zengin, laktoz oranının ise inek sütüne göre oldukça düşük olması sayesinde, özellikle laktoz intoleransı yaşayanlar için önemli bir avantaj sunduğunu aktardı. Yüksek protein ve zengin besin içeriğiyle bağışıklık sistemini güçlendirdiğini ifade eden Akyol, “Her yağ zararlı değildir; manda kaymağındaki doğal yağlar, dikkatli tüketildiğinde damar sağlığını destekler.” dedi.
Ürün değerli, altyapı yetersiz
Geleneksel manda yetiştiriciliği, birçok zorlukla karşı karşıya kalıyor. Yüksek yem maliyetleri, azalan meralar, devlet desteklerinin yetersizliği ve iklim değişikliğinin etkileri, mandacılığı tehdit eden başlıca faktörler arasında yer almaktadır. Mehmet Kaya, bu zorluklara değinerek, “Destek yok, alıcı yok. Oysa bir manda sütünün kilosu, inek sütünden üç kat daha değerlidir. Ancak bu yüksek değere sahip ürün, doğru pazarlama stratejileri ve ulaşılabilir pazar ağı eksikliği yüzünden maalesef üreticiye kazanç getirmiyor.” diyerek, manda sütünün potansiyelinin büyük olduğunu fakat mevcut altyapının bu potansiyeli hayata geçiremediğini vurguladı. Yavuz ise manda ürünlerinin pazarlanmasının ve taşınmasının zorluklarına dikkat çekerek, “Manda sütü çok hassas bir üründür, hemen ekşir. Bu yüzden çabuk tüketilmesi gerekir. Ancak şehirlerdeki taleple köydeki üretim arasında sağlam bir köprü kurmak çok zor. Bu eksiklik, mandacılığın büyümesini engelliyor. Manda sütü gibi değerli bir ürün, doğru zamanda ve doğru şekilde tüketiciye ulaştırılmalıdır. Bu da ancak etkili bir dağıtım ağı ile mümkün olur.” şeklinde açıkladı.
Doğru adımlarla yeniden zirveye çıkabilir
Akyol, mandacılığın gerilemesinin nedenlerinden birinin inek yetiştiriciliğinin daha kolay ve kârlı olması olduğunu belirterek, “İnek sütünün üretim süreci daha hızlı ve verimli, bu da üreticilerin manda yerine inek yetiştirmesini sağladı. Ancak manda ürünlerinin sağladığı doğal faydalar ve pazar potansiyeli, bu gerilemeyi tersine çevirebilir.” diye konuştu. Ayrıca, bazı ülkelerde mandaların ekolojik restorasyon projelerinde aktif olarak kullanıldığını vurgulayarak, Türkiye’de de benzer projelerin başlatılması gerektiğine dikkat çekti. Ayrıca, mandacılığın yeniden yükselmesi için genç çiftçilere yönelik eğitimlerin artırılması gerektiğini ifade eden Akyol, “Yeni nesil üreticiler, mandacılığı sadece bir iş olarak değil, kültürel ve çevresel sorumluluk olarak da görmeli. Bu konuda eğitimler verilmelidir.” şeklinde aktardı. Akyol, sulak alanların korunması ve manda ürünlerinin marka değerinin artırılmasının da önemli olduğunu ekleyerek, Türkiye’nin manda potansiyelinin dünyada ciddi bir fark yaratabileceğini söyledi. Bugün Türkiye’de 180 bin baş manda bulunduğunu, ancak 40 yıl önce bu sayının 1,5 milyon olduğunu hatırlatan Akyol, “Doğru adımlar atıldığında manda yetiştiriciliğinin bir kez daha zirveye çıkabileceğine inanıyorum.” dedi.
Mandalar sadece sütü, eti, yoğurdu ya da kaymağıyla değil, varlıklarıyla doğaya ve insana fayda sağlayan canlılardır. Onlar doğaya, toprağa, suya saygının sembolü. Mandacılığın sürdürülmesi, sadece kırsalda bir geçim kapısı yaratmakla kalmaz; doğanın kendini yenilemesine, sürdürülebilir bir yaşam döngüsüne de katkı sunar.
Haber: Emircan Yaman
DÜNYA ŞAMPİYONU MÜCAHİT KULAK: “DURMAK YOK, RİNGE DEVAM”
Dünya şampiyonluğu, spor dalında en iyi olanın taşıdığı prestij ve ...
TARİHE TANIKLIK EDEN MÜZE ‘‘ULUCANLAR CEZAEVİ MÜZESİ’’
Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi (Ulucanlar Cezaevi), 1925 ve 2006 yılları ...
HAYVAN DOSTLARIMIZDA KAN PARAZİTİ HASTALIĞI
Her canlı dönem dönem sağlık sorunları yaşamaktadır. Bu sağlık sorunlarının ...
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE SOSYAL YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA
Osmanlı İmparatorluğu'nda sosyal yardımlaşma ve dayanışma kültürü, toplumun temel değerlerinden ...
KADINLARIN VAZGEÇİLMEZ GİYSİSİ: KIRAS-FİSTAN
Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne ait birçok yerde yıllardır ...
İnsan ve diğer tüm canlıların hayatına devam edebilmesi için toprak ...
EN YÜKSEK SUÇ ORANI NEDEN AYDIN’DA?
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), her yıl olduğu gibi bu yıl ...
Aydın deyince aklımıza ilk incir, incir deyince de aklımıza ilk ...
ESKİ BİR TÜRKMEN ENSTRÜMANIN YENİDEN DOĞUŞU: ERBANE
Eski çağlardan beri ritim ve müziğin vazgeçilmez bir enstrümanı olan ...
SIK RASTLANIP AZ BİLİNEN HASTALIK: KURDEŞEN
Vücudumuzda bir bölge kaşındığı zaman hafife alır, kaşıyıp geçmesini bekleriz. ...