Tuval çalışmalarıyla birlikte ağaç parçalarına, kütüklere yapmış olduğu resimlerle de dikkat çeken Hasan Muçay, bu çalışmalarını İzmir’de “Sanatla Yaşayan Ağaçlar” isimli sergisinde ziyaretçilerle buluşturuyor. Muçay, ilgi duyduğu Mevleviliği ve icra etmekte olduğu semazenlik mesleğini de sanatına yansıtıyor. Renk çeşitliliğinin farklı doku ve boyutlardaki ağaçlarla bütünleştiği bu sergi, sanatseverlere âdeta görsel bir şölen sunuyor.
1949 yılında Konya’da doğan Muçay, ilkokul öğrenimini tamamladıktan sonra, tabelacılık ve reklamcılık sektörüne geçiş yaparak eğitimini devam ettiremedi. İlgi duyduğu semazenlikle beraber, resim sanatını da hayatına katmış, sonrasında ise çalışmalar ve sergiler peşi sıra birbirini takip etmiş.
Resme olan ilginiz ne zaman ve nasıl başladı?
İlkokulu bitirdikten sonra maddi imkânsızlıklar nedeniyle, eğitim hayatıma devam edemedim ve tabelacılık mesleğine yöneldim. Daha sonra, kendiliğinden resme ilgim arttı ve amatör bir şekilde resim yapmaya başladım. Alaylı bir şekilde yaklaşık 50 yıldır resim yapıyorum fakat hâlâ kendimi amatör olarak görüyorum. Çünkü sanat bitmez, sanat sonsuzdur. “Ben artık oldum” dersen hataya düşersin, hiçbir şey yapamadığını anlarsın. Bu yüzden oldum dememek, daima çalışmak gerek.
Ne tür resimler yapıyorsunuz?
Çok renkli çalışmalar yapıyorum ve özgün olmaya özen gösteriyorum. Doğayla temas hâlinde olmaktan çok keyif alırım, karşılaştığım nesneleri sanatımla bir araya getirmeye çalışırım. Özgün işler çıkarmak çok önemli. Açıkçası, ben enstrümanı doğru kullanmak gerektiğine inanıyorum; elimde bir diş fırçası varsa, onunla bir şeyler yapabiliyor muyum diye bakarım, şırınga varsa, onunla neler yapabilirim diye uğraşır, denerim. Bulabildiğim her şeyi çalışmalarımda kullanırım.
Aynı zamanda semazenlik yapıyorsunuz, bunun sanatınıza ne gibi katkıları oluyor?
Ben bu işe 1962 yılında semazenlik kursuyla başladım. Ardından 1972 yılında semazen grubu kurdum ve 70’in üzerinde semazen yetiştirdim. 74 yaşındayım ve bu yaşta semazenliği aktif olarak yapan nadir insanlardanım diyebilirim. Sabah 06.00’da atölyeme girerim, 16.00’a kadar çalışırım, akşama da sema işi olursa oraya giderim. Boş olduğum her vaktimi dolu geçirmeye çalışırım. Bana çalışmak iyi geliyor ve bu çok yönlülüğün sanatsal faaliyetlere olumlu katkıları olduğuna da çok inanıyorum.
Ağaçlara resim yapma fikrinizden bahsedebilir misiniz?
Ağaç parçalarına resim yapmaya ilk olarak 45 yıl önce başladım. Doğada vakit geçirmekten çok keyif aldığım için, başka bir alan olan resimle bunu birleştirmek çok mutluluk verici. Yerde bulduğum herhangi bir dal parçasını bile değerlendirerek farklı bir bakış açısıyla onu yeni bir forma sokmuş oluyorum. Ayrıca böyle bir sergiyi 300 ağaç çalışmasıyla Türkiye’de kapsamlı olarak ilk kez ben açmış bulunuyorum. Resimlerimin, kimlerin evine gireceği, kimlerin kalplerine dokunacağı düşüncesi beni çok heyecanlandırmış ve bu tutkum beni her zaman daha özgün, daha iyi işler yapmaya yöneltmiştir.
Resimle ilgili en önemli kırılma noktanız nedir?
Alaylı olduğum için birileri tarafından küçük görüldüğüm zamanlar olmuştu. Ustalar olsun, amatörler olsun… Bana karşı ön yargıyla yaklaşmışlardı. Bu durum beni sergi açma düşüncesinden uzaklaştırmıştı, çünkü korkmuştum. Fakat bugüne baktığımızda, bu benim dokuzuncu sergim ve güzel bir ilgi var resimlerime. Örneğin usta isimler ve resim öğretmenleri geliyor. Sergilerime iltifatlar ediliyor. Eleştiriye her zaman açığım ancak, bir başkasının düşüncesine takılıp kalmamayı öğrendim diyebilirim.
Sizce günümüzde sanata olan ilgi ne durumda?
Sergilerime gelen ziyaretçilerde sıklıkla şunu görüyorum: Esere bakarken onun sanatsal varlığı ve gerçekliğinden çok uzak yorumlar yapılıyor. “Bu resim şahane olmuş” veya “bu resim kötü olmuş” diyen yok. Genel olarak, “bu renk benim salonuma çok yakışır”, “şu tablo mutfağımla çok uyumlu” gibi tepkiler görüyorum. Günlerce uğraştığım, üzerinde durduğum sanatsal yansıması daha fazla olan resimlerim var mesela. Ancak insanlardan yeterli ilgiyi göremiyor. Bunun yanında ilgi ve alakasını belli eden resmin inceliğiyle, derinliğiyle ilgilenen ziyaretçiler de fazla tabii. Sanat her yerde bizimle aslında. Yeter ki görmeyi bilelim, görmek isteyelim, ilgi gösterelim.
Günü yaşamak gerek. 11.00’da uyanan biri 06.00’daki gökyüzünün renklerini bilemez. Pembesi, turuncusu, kızılı… Hepsini görmek gerek. Sabah ayrı güzel, öğlen ayrı güzel, akşam apayrı güzel. Biz yeter ki renkleri görmeyi bilelim.
Haber & Fotoğraf: Mehmet Umutcan Kaya
DÜNYA ŞAMPİYONU MÜCAHİT KULAK: “DURMAK YOK, RİNGE DEVAM”
Dünya şampiyonluğu, spor dalında en iyi olanın taşıdığı prestij ve ...
TARİHE TANIKLIK EDEN MÜZE ‘‘ULUCANLAR CEZAEVİ MÜZESİ’’
Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi (Ulucanlar Cezaevi), 1925 ve 2006 yılları ...
HAYVAN DOSTLARIMIZDA KAN PARAZİTİ HASTALIĞI
Her canlı dönem dönem sağlık sorunları yaşamaktadır. Bu sağlık sorunlarının ...
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE SOSYAL YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA
Osmanlı İmparatorluğu'nda sosyal yardımlaşma ve dayanışma kültürü, toplumun temel değerlerinden ...
İnsan ve diğer tüm canlıların hayatına devam edebilmesi için toprak ...
KADINLARIN VAZGEÇİLMEZ GİYSİSİ: KIRAS-FİSTAN
Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne ait birçok yerde yıllardır ...
Türkiye’nin birçok şehrinde birbirinden güzel evler bulunmaktadır. Peki ya Ankara’nın ...
SIK RASTLANIP AZ BİLİNEN HASTALIK: KURDEŞEN
Vücudumuzda bir bölge kaşındığı zaman hafife alır, kaşıyıp geçmesini bekleriz. ...
Aydın deyince aklımıza ilk incir, incir deyince de aklımıza ilk ...
DÜNDEN BUGÜNE: URLA SANAT SOKAĞI
Asıl adı Zafer Caddesi olan sokak, 2010 yılından sonra bir ...