Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
İletişim Fakültesi / Gazetecilik Bölümü

Öğrenci Uygulama Haber Sitesi


ÖYKÜLERLE YOĞRULMUŞ BİR HAYAT: SANATIN SESSİZ USTASI MUSTAFA ÇERÇİ

20.05.2025
Kültür Sanat

 

Emekli Sanat Tarihi öğretmeni ve 89 yaşında olmasına rağmen hâlâ üretmeye devam eden sanatçı Mustafa Çerçi, eserlerinde sadece şekli değil, her biri yaşanmış gerçek hikâyelerden beslenen derin anlamları da yontuyor; sanatını hayatın içinden süzülen öykülerle yoğuruyor.

 

Eserlerinde geçmişin izlerini, yaşanmışlıkları, acıları ve umudu yansıtan; Türkiye'nin sanat tarihi hafızasında derin izler bırakmış bir isim: Mustafa Çerçi. Cumhuriyet döneminin ilk sanat tarihi öğretmenlerinden biri olan Çerçi, çocukluk yıllarında başlayan sanata olan ilgisini, emekliliğinin ardından yaşamının merkezine aldı. Bugüne kadar yaptığı sayısız rölyef, heykel, ahşap yontma ve resimle, görev yaptığı her ilde bir iz bıraktı; adeta taşlara kendi hikâyesini kazıdı. Ancak Mustafa Çerçi'yi diğer sanatçılardan ayıran bir özelliği daha var. Bu da  eserlerinin arkasında yatan gerçek yaşam hikâyeleri.

Çerçi ile yaptığımız uzun ve duygu dolu sohbetin satır aralarında, sanatın sadece bir ifade biçimi değil; aynı zamanda bir hayat tarzı, bir direnme biçimi olduğunu anlıyoruz. Bugüne dek kendisi hakkında pek çok haber yapılmış, belgeseller çekilmiş ve sosyal medyada da geniş yer bulmuştur. Ancak eserlerinin ardındaki hikâyeleri hiçbir yerde anlatmadığını, bu hikâyelerin onun için en az eserlerinin kendisi kadar değerli olduğunu ifade eden Çerçi, “Hayat bana hikâyeleri sundu ve ben sadece onları şekillendirdim.” diyerek o hikâyelerden bazılarını anlattı. 

 

Bir Öküzün Boynuzlarındaki Dünya

Çerçi’nin son dönem eserlerinden biri olan ve tamamlanmak üzere olan “Bir Öküzün Boynuzlarındaki Dünya” heykelinin arkasında, 1954 yılına uzanan, oldukça ilginç ve folklorik bir hikâye yatıyor. O yıl, ortaokulu bitirmiş genç bir çocukken, bir pamuk ağası tarafından tarlada çalışmak üzere işe alınır. Görevi, pamuk tarlasında çalışan kadınlara su taşımaktır. Haziran sıcağında, öğle yemeği molasında bir ağacın gölgesine sığınmış kadınlarla birlikteyken, ani bir deprem meydana gelir. Kadınlar korku içinde ne yapacaklarını bilemezken, içlerinden yaşlı bir kadın ellerini gökyüzüne kaldırarak, “Koca öküz yine delendin!” diye haykırır. Mustafa’nın, “Teyze koca öküz kim ve kim delendi?” diye sorduğu soruya, kadının verdiği cevap ise yıllar sonra bir sanat eserine dönüşecektir. Yerin altında koca bir öküz yaşamakta ve dünyayı boynuzlarında taşımakta. Başını salladığında ise depremler meydana gelmekte. Bir mitolojik halk inancı olan bu hikaye, Çerçi’nin zihninde yıllar boyu yer eder ve sonunda heykel formuna bürünür.

 

Barışın Heykeli: Savaşa karşı sessiz bir çığlık

Sanatçının derinden etkilendiği bir diğer olgu ise savaşlar. Özellikle modern çağda, ülkeler arası çıkar çatışmaları, ekonomik rekabetler ve toprak kaygıları nedeniyle patlak veren savaşlar, Çerçi’nin iç dünyasında büyük bir yara açar. Bu acıdan doğan “Barış Heykeli”, sanatçının yalnızca estetik değil, aynı zamanda vicdani bir mesaj iletme çabasının da ürünüdür. Çerçi, bu eseriyle savaşın yoksul, savunmasız ve barış isteyen halkları nasıl yok ettiğine dikkat çekiyor. Sanatçı, bu heykelini tasarlarken barışın insanlığın en temel ihtiyacı olduğunu vurgulamak istemiştir. Günler süren düşünme süreci ardından sanatçının ellerinde şekillenen bu eser, sadece bir sanat ürünü değil; aynı zamanda da bir çağrıdır.

 

İnsan ruhunun gökyüzüne yükselişi 

Dünyada yaşanan savaşlar ve patlayan füzeler, sanatçının belleğinde silinmesi zor izler bırakmıştır. Özellikle bir füzenin patlaması sonrası ortaya çıkan görüntü; toz bulutu içinde kalan cesetler, parçalanmış bedenler ve yerle bir olmuş yaşamlar... Bu görüntülerin etkisinde kalan Çerçi, bu trajediyi ölümsüzleştirmek adına bir heykel yapar. Eserin alt kısmında kafatasları ve cesetler yer alırken, üst kısmında ise gökyüzüne yükselen bir bulut figürü, ölen insanların ruhlarını simgeler. Bu heykel, savaşın dehşetini ve insanlık üzerindeki yıkıcı etkisini gözler önüne seren, sessiz bir çığlıktır.

 

Beş Güzeller ve Antik Çağ Estetiği

Söke’de çalışmalarını yürüttüğü bir dönemde Priene Antik Kenti’nde tanık olduğu bir başka olay, Çerçi’nin zihninde yeni bir ilham doğurur. Tarihi bir tapınak yıkılmış, geriye yalnızca beş sütun kalmıştır. Orada rastladığı yaşlı bir adamın, "Buranın adı Beş Güzeller’di" demesiyle, Çerçi beş sütunu dans eden kadın figürlerine dönüştürmeye karar verir. Antik dönemin giyim kuşam unsurlarını da esere entegre ederek, geçmişle günümüz arasında estetik bir köprü kurar. Ortaya çıkan eser, hem tarihsel bir belge niteliği taşır hem de sanatın zamansızlığını yansıtır.

 

Üzümün zaman yolculuğu: Bağbozumu heykeli

Üzüm, Ege’nin tarih boyunca en önemli tarım ürünlerinden biri olmuştur. Çerçi de bu kadim meyvenin izini sanatıyla sürerek, üç katmandan oluşan ahşap bir bağbozumu heykeli yapar. En alt katmanda, antik dönemdeki üzüm toplama ve işleme yöntemleri yer alır. Orta katman, günümüzdeki üretim sürecine ayrılmışken; üst katman ise üzümün pazarlanması ve satışını simgeler. Bu heykel, zaman içinde değişmeyen bir emeğin, kuşaktan kuşağa aktarılan bir kültürün ifadesidir.

 

Kuşların Şehri: Doğadan ilham

Bir başka unutulmaz anı da Kuşadası'ndan Söke’ye giderken yaşanır. Yol kenarında gördüğü, sarmaşıklarla kaplanmış yaşlı bir ağaç, yüzlerce kuşun yaşam alanına dönüşmüştür. Sarmaşıkların arasında gizlenen yuvalar, Çerçi’ye kuşların da tıpkı insanlar gibi şehirler kurduğunu düşündürür. Bu görüntüden yola çıkarak yaptığı eser, doğayla insanın ortak yaşam alanlarını ve şehirleşmenin yalnızca insanlara ait olmadığını anlatır.

 

Sanatın ruhunu konuşturan adam

Mustafa Çerçi, eserlerinde estetikten önce hikâyeye önem veriyor. Ona göre bir eser, içi boş bir formdan ibaret olamaz. Her heykel, her rölyef, her yontma; bir hayatın, bir duygunun ve bir anın izini taşır. Sanat, onun için  bir siparişle değil, bir hissediş ile yapılmalıdır. Kendi seçtiği konularla çalışırken aldığı haz ve keyif, ortaya çıkan eserlerde kendini açıkça belli eder.

 

Mustafa Çerçi’nin sanat yolculuğu, sadece bireysel bir ifade biçiminin ötesinde, bir dönemin, bir toplumun ve bir kültürün belleğini taşıyan bir anlatı zinciridir. Onun eserlerine baktığınızda yalnızca bir forma, bir heykele ya da rölyefe değil; aynı zamanda zamanın içinden süzülen, kimi zaman hüzünle kimi zaman umutla yoğrulmuş gerçek yaşam öykülerine tanık olursunuz. Bu eserler, sıradan bir bakışla sadece estetik objeler gibi görülebilir; fakat dikkatle bakıldığında her biri, yaşanmış bir anın, duyulmuş bir sözün ve unutulmuş bir kültürün izini taşır.

 

Haber: Abdurrahman Gürbüz

 

EN ÇOK OKUNANLAR

DÜNYA ŞAMPİYONU MÜCAHİT KULAK: “DURMAK YOK, RİNGE DEVAM”

  Dünya şampiyonluğu, spor dalında en iyi olanın taşıdığı prestij ve ...

OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE SOSYAL YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA

  Osmanlı İmparatorluğu'nda sosyal yardımlaşma ve dayanışma kültürü, toplumun temel değerlerinden ...

TARİHE TANIKLIK EDEN MÜZE ‘‘ULUCANLAR CEZAEVİ MÜZESİ’’

Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi (Ulucanlar Cezaevi), 1925 ve 2006 yılları ...

HAYVAN DOSTLARIMIZDA KAN PARAZİTİ HASTALIĞI

  Her canlı dönem dönem sağlık sorunları yaşamaktadır. Bu sağlık sorunlarının ...

EN YÜKSEK SUÇ ORANI NEDEN AYDIN’DA?

  Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), her yıl olduğu gibi bu yıl ...

İNCİR BİR MEYVE Mİ ÇİÇEK Mİ?

  Aydın deyince aklımıza ilk incir, incir deyince de aklımıza ilk ...

KADINLARIN VAZGEÇİLMEZ GİYSİSİ: KIRAS-FİSTAN

  Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne ait birçok yerde yıllardır ...

TOPRAĞIN BİLİMİ PEDOLOJİ

  İnsan ve diğer tüm canlıların hayatına devam edebilmesi için toprak ...

ESKİ BİR TÜRKMEN ENSTRÜMANIN YENİDEN DOĞUŞU: ERBANE

  Eski çağlardan beri ritim ve müziğin vazgeçilmez bir enstrümanı olan ...

SIK RASTLANIP AZ BİLİNEN HASTALIK: KURDEŞEN

  Vücudumuzda bir bölge kaşındığı zaman hafife alır, kaşıyıp geçmesini bekleriz. ...

Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
İletişim Fakültesi / Gazetecilik Bölümü

Öğrenci Uygulama Haber Sitesi
+90 256 218 20 00