Türk müziğinin güçlü seslerinden Mustafa Yıldızdoğan, sadece ezgileriyle değil, taşıdığı değerlerle de bir dönemin sesi olmayı başarmış bir sanatçı. Vatan, millet ve bayrak sevgisini ilmek ilmek işlediği eserleriyle geniş kitlelere ulaşan Yıldızdoğan, özellikle “Türkiyem” gibi marşlaşan şarkılarıyla toplumsal bellekte özel bir yer edindi. Türk bayrağını sadece dalgalarda değil, notalarında da taşıyan sanatçı, yalnızca türkü söylemekle kalmayıp milletin duygularını, sevdasını ve sitemini de dile getiriyor.
Sanatıyla yıllardır hem sahnelerde hem de gönüllerde yer edinen Yıldızdoğan ile vatan sevgisini müziğine nasıl işlediğini, sanatçının toplumdaki yerini, yıllar içinde yaşadığı dönüşümü ve gençlere dair umutlarını konuştuk. Müziğiyle gönüllere hitap eden sanatçıyla; sanat hayatını, zamanla geçirdiği değişimleri, toplumla kurduğu bağı, geçmişi, müziği, vatan sevgisini ve “Kızıl Elma”ya uzanan yolculuğu ile ilgili. bir röportaj gerçekleştirdik.
Mustafa Yıldızdoğan kimdir?
Ben öyle şehir ışıklarının altında değil, toprağın çıplak gerçeğinde büyümüş biriyim. 1966’da Konya’nın Kadınhanı ilçesine bağlı, adına “Örnek” denilen ama bizim için hayatın ta kendisi olan bir köyde doğdum ama benim hikâyem yalnızca doğduğum yerle sınırlı değil. Ailem yüzyıllarca Torosların rüzgârıyla savrulmuş bir Yörük soyundan gelir. 1955 yılına kadar yerleşik hayata geçmemişler bile. Aydın Kuşadası’ndan Hatay Yayladağı’na, oradan Kayseri’ye süren göçlerde, yük devenin sırtında, yürek göğsün içinde taşınmış. O göç yolları, bana özgürlüğü miras bıraktı. Zirvelerde yaşamayı değil belki ama orada öğrendiğim başı dik yürümeyi hiç unutmadım. Yedi kardeşiz. Annemle babam bir gün bile okul görmemiş ama bizi okutmak için her türlü çileye göğüs germiş. İçlerinden yalnızca ben sazın, sözün, türkünün izinden gittim. Kader beni sanatla buluşturdu ama kalbimde hep köyümün toprağı vardı. Sevgi ve saygı vardı oralarda. Benim dünyamda büyük laflar yoktur. Ne yaptıysam kendi toprağımın, kendi milletimin sesiyle yaptım. Ne söylediysem inandığım için söyledim. Şarkılarım belki birer beste olarak başladı ama milletin sesi, yüreğin nefesi oldu. Bugün evlatlarım var, dört güzel can. Onlara da aynı öğüdü veriyorum: Nereden geldiğini unutmazsan, nereye gidersen git yolunu kaybetmezsin.
Müziğinizde vatan sevgisi güçlü şekilde hissediliyor. Bu duyguyu eserlerinize nasıl yansıtıyorsunuz?
Ben bir Yörük çocuğuyum. Anadolu’nun tam ortasından, bozkırın içinden geldim. Bizim evde vatan sevgisi konuşulmazdı, çünkü yaşanırdı. Sabah ezanıyla uyanır, akşam bayrağın gölgesinde uyurduk. Bu sevgi bize ailemizden yalnızca öğütle değil, yaşanmışlıkla geçti. Öyle bir sevgiydi ki, miras değil sanki kanımıza işlenmiş bir kimlik gibiydi. Ben bu toprakların türküsünü söyledim. Sazımın teli, milletin yüreğiyle titredi. “Ölürüm Türkiyem” dendiğinde insanlar sadece bir şarkı duymadı. Bir haykırış, bir sahipleniş, bir aidiyet bir vatan sesi duydu. O eser benim içimde yıllarca biriken sevdanın, sızının, özlemin, coşkunun ses bulmuş hâlidir. Ben sadece söyledim, aslında milletin gönlündeki cümleyi dillendirdim. Ama yalnızca geçmişe yaslanmadım. O ruhu geleceğe taşıyan şarkılar da söyledim. Kızıl Elma bu şarkılarımdan en önemlilerindendir. O şarkı, bir milletin bitmeyen yürüyüşüdür. Kızıl Elma, sadece bir yer değil; bir ülküdür, bir hedeftir, bir ufuktur. Türk’ün varlık gayesidir. Bugün için bakarsan, milletimizin birliği, dirliği, adaleti, hakkı hâkim kılma ülküsüdür. Her çağda farklı bir anlamı olmuştur ama özü hiç değişmemiştir. Hakk’ın yanında, mazlumun safında yürümektir. Ben bu millete ne zaman baksam, gözlerinde Kızıl Elma’yı görürüm. Çünkü biz sadece geçmişi olan bir millet değiliz, geleceğe inancı olan bir milletiz. O yüzden şarkılarım geçmişten beslenir ama hep geleceğe bakar. Çünkü biliyorum ki bu millet, ne zaman ayağa kalksa, Kızıl Elma bir adım daha yaklaşır.
Yıllar içinde Türk müziğinde büyük değişimler yaşandı. Sizin müziğe başladığınız dönem ile bugünü kıyasladığınızda neler hissediyorsunuz?
Değişim elbette kaçınılmaz. Her çağ kendi rengini, sesini, ritmini getirir. Teknoloji gelişti, müzik dijitalleşti, üretim ve dinleme alışkanlıkları tamamen değişti. Artık bir şarkıya cep telefonundan ulaşmak mümkün ama o şarkının gönüle ulaşması hâlâ eski usul ister: Samimiyet, emek ve yürek. Ben hâlâ bağlamanın tınısında Anadolu’yu duyarım. O sazın her telinde, toprağın sesi vardır, anaların duası vardır. Evet, bugün her şey çok daha hızlı. Duygular bile hızlı tüketiliyor. Bizim dönemimizde bir şarkı çıkardı, yıllarca yaşardı. Aynı şarkı bir düğünde, bir askere uğurlamada, bir vatan nöbetinde hep yeniden söylenirdi. Şimdi bazı şarkılar çıkıyor, bir hafta sonra unutuluyor. Çünkü kalbe değil, kulaklığa sesleniyorlar. Ama ben inanıyorum. Gerçekten duyguyla yapılmış, sağlam temelli eserler hiçbir zaman tükenmez. Kalpten çıkan söz kalbe ulaşır. İşte bu yüzden ben üretirken zamana değil, gönüle hitap etmeye gayret ediyorum. Geçici alkışlara değil, kalıcı izlere talibim. Türkü dediğin, zamanla yarışmaz, zamanı aşar.
Şarkılarınıza duyulan ilgiyi neye bağlıyorsunuz?
Beni tanıyan, şarkılarıma gönül veren çok kıymetli insanlar var. Bu ilgiyi her şeyden önce samimiyete bağlıyorum. Çünkü ben hiçbir zaman bir şarkıyı sadece söylemek için söylemedim. Her kelimenin altına yüreğimi koydum. Ne hissettiysem onu söyledim. Belki de bu yüzden, insanlar beni sadece bir sanatçı olarak değil, evlatları gibi, kardeşleri gibi görüyorlar. 60-70 yaşında bir teyzem gelip, “Sen bizim Kara Mustafamızsın, oğlum gibisin.” dediğinde işte o zaman anlıyorum ki mesele sadece müzik değil; mesele gönül bağı. O teyzenin yüreğine dokunabilmişsem, benim için en büyük ödül budur. Çünkü ben onların evladıyım, aileden biriyim. Gençler de sanıldığı gibi duyarsız değiller. Aksine çok büyük bir duygu arayışı içindeler. Köklerini bilmek, nereden geldiklerini hatırlamak istiyorlar. “Ölürüm Türkiyem”i dinleyen bir genç kardeşim sadece bir şarkı duymuyor. Orada tarihini, dedesini, vatanını, hatta henüz görmediği ama gönlünde taşıdığı bir ülküyü hissediyor.
Milliyetçi olarak tanınan bir sanatçısınız. Mustafa Yıldızdoğan’ın milliyetçiliğini nasıl tarif edersiniz?
Vatanını seven herkes milliyetçidir bana göre, bunun siyasî bir adı olmaz. Benim milliyetçilik anlayışım, ötekileştirme değil, birleştirme üzerinedir. Temeli sevgiye, adalete ve ortak değerlere dayanır. Irk merkezli bir bakış açısını hiçbir zaman benimsemedim, benimseyemem. Zaten gerçek manâda milliyetçilik, kimseyi dışlamadan, herkesi kucaklayabilme erdemidir. Merhum Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de ifade ettiği gibi, bu anlayış ayrıştıran değil, birleştiren bir çizgidir. Atatürk’ün, “Ne Mutlu Türk’üm Diyene!” sözü; etnik kökeni değil, bir millet olma bilincini esas alır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesin ortak kimliğidir bu. Oğuz’un 24 boyundan gelen bir geçmişin torunlarıyız ama aynı zamanda bu topraklarda birlikte yaşayan tüm kardeşlerimizle bir milletiz. Benim için gerçek milliyetçilik, bayrağa, vatana ve millete gönülden hizmet etmektir.
Sizi hayatta motive eden şey nedir? Gençlere ne tavsiye edersiniz?
Ben bu ülkeye borçluyum. Bana dilimi öğreten, inancımı yaşatan, sazımı elime veren bu milletin her ferdine minnet duyuyorum. Ne yaptıysam severek yaptım. Şöhretin peşinden koşmadım. Ben şükürle yürüdüm bu yolda. Sahneye her çıktığımda, bir türküyle bir yüreğe dokunabilirsem ne mutlu bana. İşte o zaman diyorum ki, “Allah razı olsun. İyi ki bu yolu seçmişim.” Motivasyonumu geçmişten alıyorum. Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda, bu toprakların her karışında verilen mücadele, bana güç verir. Bizim milletimiz zor günde nasıl bir araya geldiğini tarih boyunca göstermiştir. O dayanışma ruhu, o vatan sevdası, benim ilhamımdır. Gençlere gelince… Ben onların gözünde umudu görüyorum. Onlardan tek beklentim var: Nerede yaşarlarsa yaşasınlar, hangi işi yaparlarsa yapsınlar; ülkelerine, milletlerine faydalı olsunlar. Vatanseverlik sadece askerlikte olmaz. Öğretmenlikte de olur, bilimde de, sanatta da. Herkes kendi alanında en iyisini yapmaya çalışırsa, bu topraklara borcunu ödemiş olur.
Her cümlesiyle gönüllere dokunan, duruşuyla yıllardır milletin sesi olmayı başaran usta sanatçı Mustafa Yıldızdoğan’a, içtenliği ve röportaj için teşekkür ederiz. Sanatıyla olduğu kadar karakteriyle de örnek olan Yıldızdoğan, bu toprakların hafızasından silinmeyecek bir iz bırakmaya devam ediyor.
Haber: Yasin Ateş
DÜNYA ŞAMPİYONU MÜCAHİT KULAK: “DURMAK YOK, RİNGE DEVAM”
Dünya şampiyonluğu, spor dalında en iyi olanın taşıdığı prestij ve ...
TARİHE TANIKLIK EDEN MÜZE ‘‘ULUCANLAR CEZAEVİ MÜZESİ’’
Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi (Ulucanlar Cezaevi), 1925 ve 2006 yılları ...
HAYVAN DOSTLARIMIZDA KAN PARAZİTİ HASTALIĞI
Her canlı dönem dönem sağlık sorunları yaşamaktadır. Bu sağlık sorunlarının ...
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE SOSYAL YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA
Osmanlı İmparatorluğu'nda sosyal yardımlaşma ve dayanışma kültürü, toplumun temel değerlerinden ...
KADINLARIN VAZGEÇİLMEZ GİYSİSİ: KIRAS-FİSTAN
Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne ait birçok yerde yıllardır ...
İnsan ve diğer tüm canlıların hayatına devam edebilmesi için toprak ...
EN YÜKSEK SUÇ ORANI NEDEN AYDIN’DA?
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), her yıl olduğu gibi bu yıl ...
Aydın deyince aklımıza ilk incir, incir deyince de aklımıza ilk ...
ESKİ BİR TÜRKMEN ENSTRÜMANIN YENİDEN DOĞUŞU: ERBANE
Eski çağlardan beri ritim ve müziğin vazgeçilmez bir enstrümanı olan ...
SIK RASTLANIP AZ BİLİNEN HASTALIK: KURDEŞEN
Vücudumuzda bir bölge kaşındığı zaman hafife alır, kaşıyıp geçmesini bekleriz. ...