Tüketim kültürünün hızla yaygınlaştığı günümüzde, birçok insan sahip olduklarını sorgulayarak daha sade bir yaşamı tercih ediyor. Minimalist yaşam tarzı yalnızca eşyaları azaltmakla sınırlı kalmıyor; aynı zamanda zihinsel yüklerden arınmayı, çevresel sürdürülebilirliği ve ekonomik farkındalığı da beraberinde getiriyor. Bu sadeleşme hareketi, bireylerin tüketim alışkanlıklarını yeniden şekillendirirken, toplumsal değerleri ve yaşam önceliklerini de dönüştürüyor.
Tüketim kültürünün bireyler üzerindeki baskısı artarken, sadeleşme arayışları da dikkat çekiyor. Minimalizm sadece az eşyayla yaşamak değil; tüketim alışkanlıklarını sorgulayan, bireyin kendisiyle ve çevresiyle kurduğu ilişkiyi yeniden tanımlayan bir yaklaşım olarak öne çıkıyor. Aydın Adnan Menderes Üniversitesi İnsan Ve Toplum Bilimleri Fakültesi Sosyoloji Bölümü Kurumsal Sosyoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Özlem Irmak Balkız, minimalist yaşama yönelimin henüz yaygın olmasa da artması gerektiğini vurguluyor. Irmak, minimalizmin anlamını, toplumsal etkilerini ve bu yaşam biçiminin neden önemli olduğunu kendisiyle yaptığımız görüşmede bizlere aktardı.
Daha az eşya ile daha rahat bir yaşam
Minimalist yaşam tarzının yaygınlaşmasının arkasında toplumsal, çevresel ve psikolojik birçok neden bulunduğunu belirten Prof. Dr. Özlem Irmak Balkız, “Bu eğilim esasen bir tür toplumsal tepkidir. Minimalizm, tüketim toplumunun bireylere dayattığı normlara ve bu normların yarattığı aşırı tüketim alışkanlıklarına karşı geliştirilen bir duruş niteliği taşıyor. Minimalizm yalnızca bireysel bir yaşam tercihi değil, aynı zamanda çevreye yönelik bir sorumluluk anlayışıyla da şekilleniyor. Aşırı tüketimin, özellikle tekstil gibi sektörlerde büyük miktarda atık oluşmasına neden olduğu ve bunun da doğaya ciddi zararlar verdiği görülmektedir. Bu farkındalıkla birlikte birçok kişinin daha sade, işlevsel ve ihtiyaç temelli bir yaşam tarzını benimsediği gözlemlenmektedir. Bu yaklaşım, yalnızca alışveriş davranışlarında değil, ev düzeninden gündelik yaşam pratiklerine kadar geniş bir alana yayılıyor. Daha az eşya ile daha rahat bir yaşam kurmanın mümkün olduğunu düşünüyorum. İnsanların artık eşyalarla değil, sadelikle yaşamlarını zenginleştirmeye yöneldiğini söylemek mümkün. Böylece minimalizm yalnızca fiziksel bir sadeleşme değil, aynı zamanda zihinsel bir ferahlama aracı hâline geliyor.” dedi.
Tüketim, kimlik ve statünün bir yansıması hâline geliyor
Tüketim kültürünün bireylerin kimlik ve statü algısını nasıl etkilediğini açıklayan Balkız, “Eskiden insanlar hayatta kalabilmek, yaşamlarını sürdürebilmek için tüketirdi. Ancak bugün tüketim, bu amacın çok ötesine geçmiş durumda. Artık tüketim yalnızca temel ihtiyaçları karşılamaya yönelik değil, bireylerin toplumsal sahnede kendilerini nasıl göstermek istediklerini şekillendiren bir araç olarak işlev görüyor. Sosyolojik olarak “kimlik performansı” şeklinde tanımlanan bu olgu, bireylerin kim olduklarını ya da kim olarak algılanmak istediklerini belirlerken tüketim davranışlarını da yönlendiriyor. İnsanlar, sahip oldukları nesnelerle bir imaj inşa ediyor. Bu durum da tüketimi, kimliğin ve statünün bir yansıması hâline getiriyor. Yeni medya araçlarının sunduğu görünürlük imkânları bu süreci daha da pekiştiriyor. Bireyler, dijital ortamda kendilerini sergileme, başkalarını izleme ve karşılaştırma pratiği üzerinden sosyal kimliklerini yeniden kurguluyor. Böylece tüketim, performansa dayalı bir gösteriye; gündelik yaşam ise tüketime bağlı bir sahneye dönüşüyor.” diye belirtti.
Paylaşım ekonomisi ve fazlalıklardan kurtulma
İnsanların eşyalarını satma eğilimi, günümüzde yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda sosyolojik bir dönüşümün de göstergesidir. Balkız’a göre, “Bireyler artık paylaşım ekonomisinin bir parçası olma, fazlalıklarından kurtulma ve sadeleşme yönünde adımlar atıyor. Bu süreçte kullanılmayan eşyaların satılması ya da bağışlanması, kişisel arınmanın bir yolu olarak görülüyor. Türkiye’nin geçmişinde egemen olan yoksulluk kültürü, bireyleri sahip olduklarını biriktirmeye ve geleceğe dönük güvence olarak saklamaya yönlendiriyordu. Ancak günümüzde, üretim ilişkilerindeki hızlı değişim özellikle moda ve teknoloji gibi alanlarda kısa ömürlü ürünlerin yaygınlaşmasıyla birlikte, biriktirme kültürünün yerini “kullan-at” anlayışına bırakmış durumda. Bu dönüşüm, toplumsal değerlerin de yeniden şekillenmesine neden oldu. Eskiden tasarruf ve istifleme, huzur ve güven hissi yaratırken, bugün bireyler fazlalıklarından kurtuldukça ferah hissettiklerini, arındıklarını ve psikolojik olarak rahatladıklarını ifade ediyorlar. Bu da modern toplumlarda tüketimle kurulan ilişkinin yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda duygusal ve kültürel bir boyut kazandığını gösteriyor.” şeklinde açıkladı.
Minimalizm, üst gelir grubuna daha yakın bir eğilim
Minimalizmin her sosyal sınıf için ulaşılabilir olup olmadığı sorusuna yanıt veren Balkız, “Minimalizm tüketmemeyi değil; başka yoldan, başka türden bir tüketim biçimini dayatıyor. Özellikle ev dekorasyonu üzerinden sade bir yaşam tarzı benimsemek isteyen bireylerin daha işlevsel, daha az ama daha kaliteli ve dolayısıyla daha maliyetli ürünlere yöneliyorlar. Bu durumun “kişiye özel üretim” gibi daha sofistike ve pahalı tüketim biçimlerini yaygınlaştırıyor. Minimalizm adı altında insanlar, var olanla yetinmek yerine başka bir tüketim yoluna giriyorlar. Belki de daha çok para harcayarak kendilerine bir tarz oluşturuyorlar.” diye ifade etti. Bu bağlamda, minimalizmin her sınıf için uygulanabilir olmadığını vurgulayan Balkız, “Minimalist olayım diyerek herkes minimalist olamaz. Bu hem maddi bir arka plan hem de belirli bir zevk ve ilgi alanı gerektiriyor. Minimalizm, daha çok üst gelir grubuna hitap ediyor. Alt sınıflar ise geçim derdi nedeniyle seçim şansları sınırlı olduğu için sıradan ürünlerle ve sıradan tüketim aygıtlarıyla yaşamlarını bir şekilde sürdürmeye çalışıyorlar.” şeklinde belirtti.
Türkiye'de temkinli yaklaşım ve hijyen endişesi
İkinci el piyasasının, gelişmiş Batı ülkelerinde yaygın ve yerleşik bir tüketim alışkanlığına karşılık geldiğini belirten Balkız, “Bu ülkelerde bireyler ikinci el ürünleri kullanmakta bir sakınca görmüyorlar. Piyasadaki ürünlerde de genellikle temiz ve az kullanılmış olanların alındığını görmekteyiz. Türkiye’de ise bu alışkanlık yeni yeni gelişiyor. Özellikle büyük şehirlerde ikinci el kıyafet pazarları yaygınlaşmaktadır. İnternet üzerinden yapılan satışlarla birlikte dijital platformlarda da bir hareketlilik oluştuğu gözlemlenmektedir. Pandemi sonrası bu eğilim hız kazanmıştır. İkinci el ürünlerin çöpe gitmeden önce tekrar dolaşıma girmesi, çevresel açıdan ve ekonomik anlamda önemli bir paylaşım kültürü yaratmıştır. Ancak buna rağmen Türkiye’de hâlâ ikinci el ürünlere karşı temkinli ve mesafeli bir yaklaşım bulunuyor. Yapılan alan araştırmalarında özellikle hijyen kaygıları ve kalite endişeleri nedeniyle ikinci el tüketiminin yaygınlaşmasında zorluklar yaşandığı görülmektedir.” diye anlattı.
Sonuç olarak içinde yaşadığımız çağ, bireyleri sürekli tüketime yönlendiren bir sistem üretmiş durumda. Bu sistem, yalnızca çevreyi değil; psikolojik ve toplumsal yapıları da tahrip ediyor. Tüketim, bireyde anlık bir haz yaratsa da bu duygu kısa sürede yerini boşluğa bırakıyor ve yeni nesnelere yönelimle kısır bir döngüye giriyor. Bu “arzu ekonomisi” bireyleri sürekli tüketmeye sevk ederken, gerçek huzurdan da uzaklaştırıyor. Bu döngünün kırılması için bireyin öncelikle ihtiyaçlarını doğru tanımlaması, bilinçli tercihler yapması ve tüketim alışkanlıklarını sorgulaması gerekiyor. Toplumsal düzeyde ise tüketim karşıtı yaşam biçimlerinin teşvik edilmesi, daha sürdürülebilir ve dengeli bir gelecek için kritik öneme sahip. Bu çalışmaya değerli katkılarını sunan Prof. Dr. Özlem Irmak Balkız’a minimalist yaşam ve tüketim kültürü üzerine yaptığı açıklamalar, bu konuda farkındalık yaratmak adına önemli bir adıma yardımcı oldu. Kendilerine katkılarından dolayı teşekkür ederiz.
Haber: Mustafa Çölyen
DÜNYA ŞAMPİYONU MÜCAHİT KULAK: “DURMAK YOK, RİNGE DEVAM”
Dünya şampiyonluğu, spor dalında en iyi olanın taşıdığı prestij ve ...
TARİHE TANIKLIK EDEN MÜZE ‘‘ULUCANLAR CEZAEVİ MÜZESİ’’
Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi (Ulucanlar Cezaevi), 1925 ve 2006 yılları ...
HAYVAN DOSTLARIMIZDA KAN PARAZİTİ HASTALIĞI
Her canlı dönem dönem sağlık sorunları yaşamaktadır. Bu sağlık sorunlarının ...
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE SOSYAL YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA
Osmanlı İmparatorluğu'nda sosyal yardımlaşma ve dayanışma kültürü, toplumun temel değerlerinden ...
KADINLARIN VAZGEÇİLMEZ GİYSİSİ: KIRAS-FİSTAN
Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne ait birçok yerde yıllardır ...
İnsan ve diğer tüm canlıların hayatına devam edebilmesi için toprak ...
EN YÜKSEK SUÇ ORANI NEDEN AYDIN’DA?
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), her yıl olduğu gibi bu yıl ...
Aydın deyince aklımıza ilk incir, incir deyince de aklımıza ilk ...
ESKİ BİR TÜRKMEN ENSTRÜMANIN YENİDEN DOĞUŞU: ERBANE
Eski çağlardan beri ritim ve müziğin vazgeçilmez bir enstrümanı olan ...
SIK RASTLANIP AZ BİLİNEN HASTALIK: KURDEŞEN
Vücudumuzda bir bölge kaşındığı zaman hafife alır, kaşıyıp geçmesini bekleriz. ...