Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
İletişim Fakültesi / Gazetecilik Bölümü

Öğrenci Uygulama Haber Sitesi


İMGELERLE VAROLUŞ FELSEFESİ YAPMAK: INGMAR BERGMAN

16.05.2023
Dosya

 

Sinema ve felsefe birleşebilir mi? Yönetmenler yeni filozoflar mıdır? Görüntülerle düşünmek mümkün müdür? Hem felsefenin hem sinemanın hem de varoluş akımının birleşiminden bambaşka bir sanat ortaya çıkar: "Varoluşçu Sinema". Varoluşçu sinema, izleyiciye toplumsal ve bireysel gerçeklikler ve sorunlar sunar. Bu sinema türü kelimeler yerine, görüntülerle sorgulamaya olanak tanır. Varoluşçu sinema, bireyin iç dünyasına daha çok odaklanarak çevresini ele alır. Diğer sinema türlerinden farklı olarak, izleyiciyi düşünmeye ve sorgulamaya teşvik eder, eğlendirmekten ziyade kişiyi daha anlamlı bir dünyaya götürmeyi hedefler. Varoluşçu sinemanın temel amacı sanat ve düşüncedir.

 

Araştırma alanları varoluşçuluk, sanat felsefesi, sinema felsefesi, bilim tarihi ve bilim felsefesi olan Dr. Gökhan Gürdal, fiilen İstanbul Esenyurt Üniversitesi'nde öğretim üyesidir. Gürdal’ın birçok ulusal ve uluslararası hakemli dergide makaleleri yayınlanmıştır. Varoluşçuluk ile ilgili özgün bir kitabın ortak yazarı olmasının yanı sıra, çevirileri de bulunmaktadır ve sinemaya da tutkuyla bağlıdır. "Yönetmenler de kendi sinemalarıyla ve sanatlarıyla bence filozof olabilirler." diyen Gürdal, varoluşçu sinema ile ilgili düşüncelerini bilgi ve birikimlerini bizlere aktardı.

Sinema ve felsefe iki ayrı disiplin, peki bunların arasındaki ilişki sizce nasıldır? 

Ünlü Fransız düşünür Alain Badiou, sinema felsefesi konusunda çok ilginç bir fikir ortaya atıyor.  Badiou, sinemanın ortaya çıkmasından çok daha önce sinema fikrinin var olduğunu ve Platon'un bir sinema temsilcisi olduğunu düşünmektedir. Badiou, sinemanın keşfedilmesinin sonradan gerçekleştiğini, ancak sinemanın fikrinin daha önceden var olduğunu ifade etmektedir. Ben de bu görüşe katılıyorum. Aslında sinema fikri daha önceden mevcuttu, ancak sinemanın teknik aletinin sonradan keşfedildiğini düşünüyorum. Sinema ile felsefe arasında da benzerlikler bulunmaktadır. Her ikisi de belli bir konuyu işleyerek, anlatarak yeni bir kavram ve olasılık yaratır ve ardından bunu aktarır. Farkları ise biri kelimelerle, diğeri ise imgeler, karakterler ve öyküyle sinematik beceriler kullanarak anlatır. Her ikisinin de kendine özgü bir dili bulunmaktadır ve belirli bir amaca yönelik olarak kullanılabilirler. Bu yönleriyle sinema ve felsefe birbirlerine benzerlik gösterirler diyebilirim.


Sinemanın felsefe için uygun bir forma dönüşmesine imkan var mıdır? 

Thomas Wartenberg adında Amerikalı, ünlü bir yazarın “Sinematik Felsefenin İmkanı” diye bir yazısını çevirdim. Wartenberg, o yazıda tam da bu soruyla ilgili bütün konuları tartışıyor. Sinemaya değişik açılardan bakabilmek mümkün. Sinema, en başta bir kimya ürünüdür aslında; bir film var, üzerine ışık düştüğünde değişiyor ve görüntü ortaya çıkıyor. Önce fotoğraf yaratıyorsunuz, sonra fotoğrafları belirli bir hızda çeviriyorsunuz. Daha sonrasında sinemaya endüstri olarak da bakabilirsiniz, para da kazanılan bir sektör, çok büyük paralar dönüyor. Eğlence olarak bakabilirsiniz, propaganda aracı olarak bakabilirsiniz, politik olarak da bakabilirsiniz. Fakat en nihayetinde sanat olduğu kısım da var aslında, bunların hepsi var. Bazı düşünürlere göre sinema felsefi problemleri gündeme getirmesi için kullanılabilir. Öte yandan sinemanın kendisinin de felsefe yapabileceğini savunanlar var. Ben açıkçası ikisi arasında gidip geliyorum, ama şundan eminim, sinemayla felsefe birbirine tamamen benzemez. Tabii ki kendi başına felsefe yapabilen filmler olduğunu düşünüyorum, savunuyorum, ama bir yandan da belirli türden bir felsefenin temsili olan filmlerin de olduğunu düşünüyorum. Seyircinin de bu konuda kafası karışık gibi geliyor bana. Sanki içinde felsefe yapılan bir şeyi alıp göstermek, felsefi bir filmmiş gibi geliyor, ama aslında öyle değil. Ben oturup konuşan bir filozofun görüntüsünü çeksem, aslında bu felsefi bir film olmaz ama onun aksine Bergman'ın "Virgin Spring" filmi bence içinde hiç filozoftan bahsetmemesine rağmen aslında gerçek anlamda felsefe barındırıyor diyorum. Ondan dolayı da kesinlikle böyle bir imkan var bence, sinemanın felsefi olduğu noktalar var.

 

Sinema ve felsefenin ne gibi benzerlikleri vardır?

İkisi de yaratıcı eylemler aslında. Deleuze şöyle bir şey söylüyor: “Bir kaotik ortam var, bir de kozmoz ortam var.” Kozmoz düzenli olan, kaotik yer ise, insanın aklının henüz almadığı, daha dile dökemediği alan. Çünkü bizim düşüncelerimiz sınırları, dilimizin sınırlarıyla aynı zaten. Onun için de Deleuze’e göre, bir şeyin üzerinde çalışıp onun üstüne düşündükçe kavram yaratabilirsin. Benzerlik bence tam olarak burada bize yeni olanaklar yaratıyor, yeni kavramlar üretiyorlar. Yine 1987'de sinema derneğinde çok güzel bir konuşması var Deleuze’un; diyor ki: “Kavramlar bulutların arkasında keşfedilmeyi bekleyen şeyler değildir ya da bir taşın altında durmaz.” Kavramlar yeni şeyler, yeni fikirleri siz üretirsiniz, onları fabrik edersiniz demeye çalışıyor. Yani sinemanın da felsefenin de bence olayı bu. Filozof da, örneğin ahlak üzerine bir kavram ile ilgili oturup düşünüyor, tartışıyor, tarihe bakıyor ve en sonunda ortaya yeni bir kavram, yeni bir ürün çıkarıyor. Sinemacı da, yönetmen de bence benzer şeyi yapıyor diye düşünüyorum.


Kısaca Bergman kimdir ve nasıl bir yönetmendir? 

Bergman, 1918 doğumlu İsveçli bir yönetmendir ve bana göre gelmiş geçmiş en üretken yönetmenlerden biridir. 60'tan fazla filmi ve yaklaşık 200'e yakın tiyatro oyunu bulunmaktadır. Aynı zamanda Avrupa'nın en genç tiyatro yönetmenlerinden biri olarak da kabul edilir. Hayatı çok hırslı ve dalgalıdır. Kuzeyin buhranından, karanlık havasından ve varoluşçuluğundan çok fazla etkilenmiştir. Bergman’ın babası papazdı ve kendisinin Hristiyanlıkla büyük sorunları vardı. Avrupa felsefesinde papaz çocuklarının dinle yaşadıkları sorunlar, sanatlarını da etkiliyor sanırım. Bergman, kısaca böyle biridir.


Bergman varoluşçu felsefeden faydalandı mı?

Doktora tezimde Bergman'ın varoluşçulukla ilgili durumunu incelemeye çalışıyorum aslında, buna cevap vermeye çalışıyorum. Çünkü yaşamı boyunca Bergman, "Ben varoluşçuyum" ya da "Bundan etkilendim" gibi söylemlerde bulunmamıştır. Bergman hakkında “varoluşçu felsefenin bir çırağı” ya da “neferi” gibi söylemler de haksızlık gibi geliyor bana. Dolayısıyla, Bergman'ın kendini onların öğrencisi gibi değil, onların temsilcisi gibi gördüğünü düşünüyorum. Onları kendisiyle eşdeğer görüyor. Bergman, senaryolarının tamamını kendisi yazıyor ve ürettiği eserler hiç de küçümsenecek eserler değil. Tiyatro eserlerinde Camus'nün yalnızca bir eserini sahneliyor, sinemada da "Prison" adında bir filmi bulunuyor, 1948 ya da 1949 gibi, orada da Sartre'ın "Çıkış Yok " isimli kitabından bariz bir etkilenme görülüyor. Ancak, ürettikleri benim düşünceme göre özgün varoluşçu eserlerdir ve sadece etkilenme değiller, kendi üretimleri de varoluşçuluğun içinde yer alıyor. Dolayısıyla, çift yönlü bir durum söz konusu. Başlarda evet, Bergman’ın varoluşçu felsefeden faydalandığını söyleyebiliriz ama sonrasında kendisi de bu alana eserleriyle katkıda bulundu. 


Bergman sinemasında hangi filozofların etkisini görebiliriz örnekler verebilir misiniz? 

Çocukluğundan ve üniversite yıllarından itibaren Kierkegaard ve Nietzsche okuduğunu kendisi zaten söylüyor. Ben Bergman’ın üzerinde özellikle Kierkegaard'ın etkisinin fazla olduğunu düşünüyorum. Coğrafi olarak da İsveç, Norveç ve Danimarka birbirine çok yakın ülkeler ve bu sebeple sanat iklimleri ve düşünsel iklimleri de birbirlerine çok yakın. Bu sebeple Bergman, özellikle Kierkegaard'dan çok fazla etkilenmiştir diyebiliriz. Bergman, Nietzsche'den de çok fazla etkilendiğini söyleyebiliriz. Dönemin en büyük düşünürleri olan Camus ve Sartre'dan da bence çok fazla etkileniyor. Zaten 2. Dünya Savaşı ile birlikte, insanın anlam arayışına yol açan felsefelerini eserlerinde veriyorlar. Bergman da savaş sonrası dönemin bir yönetmeni olarak, örneğin "Shame" ve , "The Serpent's Egg" gibi filmler, doğrudan doğruya savaşla ilgili filmlerdir. Tiyatroda da aynı şekilde August Strindberg’den çok fazla etkileniyor, bunu kendisi de açıkça söylüyor. Bergman’ın kişisel kütüphanelerinden birini görme ve inceleme fırsatım oldu. Doktara tezim için TÜBİTAK’ın desteğiyle İsveç’in Uppsala Üniversitesi Enformatik ve Medya Departmanı’nda 6 ay boyunca ziyaretçi araştırmacı olarak görev yaptım. Uppsala Üniversitesi’nin yardımı sayesinde Bergman’ın adadaki evlerinden birinde kaldım ve incelemeler yaptım. O zaman gittiğimde Bergman’ın evinde hala hizmetçileri vardı ve tabii ki çok yaşlı çiftlerdi, adadaki hizmetlere yardımcı oluyorlardı. Beni odaya götürdüğünde oda kilitliydi benimle beraber başka bir Norveçli araştırmacı da vardı. O sadece evin belli bir bölümünü kullanıyordu. Bergman’ın hizmetçisi bana, yıllar sonra kütüphanesini açacağını söyledi. Etrafın çok tozlu olmasından uzun bir süredir kütüphaneye kimsenin girmediği belliydi. Kütüphaneye girdiğimde ilk gözüme çarpan Kierkegaard’ın günlükleriydi. Beni çok şaşırtmıştı. Kütüphanesinde Sartre, Camus ve Kierkegaard’a çok sık denk geldim. 


Bergman, sinemasında Kierkegaard felsefesini nasıl işliyor ve değiniyor?
 

Örneğin, Bergman’ın "Şeytanın Gözü" adında bir filmi var. Bergman bu filmi tamamen para için çektiğini söylüyor. Filmi izlediğinizde, filmin tiyatral ve komik bir tarzda çekildiğini fark edersiniz. Film, Bergman'ın diğer yapıtlarına kıyasla pek "Bergmanvari" değildir. Bu film hakkında sağda solda kötü eleştiriler okudum ama benim görüşüme göre, film aslında Kierkegaard'ın "Baştan Çıkarıcı Günlüğü" adlı kitabına benziyor. Senaryosu Bergman tarafından yazılmamış, aslında bir Danimarka radyosundan satın alınmış. Bergman, filmi sevmediğini söylüyor ancak farkında olmadan Kierkegaardçı bir film çekmiş. Espriler yüklü bir şekilde, bazen bilerek bazen de bilmeyerek, Kierkegaard'ın felsefi düşüncelerini yansıtıyor. "The Virgin Spring" adlı bir film de Kierkegaard'ın felsefi düşüncelerine dayanıyor. Bu film, benim de etkilendiğim filmlerden biridir. Filmin ana karakteri, yıllarını vererek Haçlı Seferlerinde savaşmış bir şövalye ve Hristiyanlık uğruna mücadele etmiştir. Ancak Tanrı, kızı haydutlar tarafından tecavüze uğrayıp öldürülen bu şövalyeyi seçtiği için, "Tanrım, ne yaptım? Yıllarca senin için savaştım ama sen kızımı aldın" diye isyan ediyor. Bununla birlikte, şövalye inancından vazgeçmiyor "yine de inanmaya devam edeceğim" diyor. Kierkegaard, imanın akılla anlaşılabilir bir şey olmadığına, imanın akla aykırı bir şey olduğuna inanır. Bergman'ın sinemasında da benzer örnekleri sıklıkla görebilirsiniz.

 

Sizce Bergman’ın Varoluşçu felsefeye ve varoluşçu sinemaya ne gibi katkıları olmuştur? 

Büyük katkıları oldu, ancak benim düşünceme göre bu çağın sanatı tiyatro ya da resim değil, kesinlikle sinema. Sinema, en demokratik sanattır çünkü herkes ulaşabilir. Varoluşçuluğu, moda bir akım yapan diğer felsefi akımlardan ayıran şey, halka çok fazla inmesiydi. Her insanın kendine soracağı tarzda sorular sordu. Bergman'ın katkısı da varoluşçu felsefeyi sinemada herkese anlatmak oldu. Özellikle sosyal medyada gözlemlediğim şeylerden biri, Bergman ile ilgili yapılan paylaşımların altına yapılan yorumların ve takipçilerinin çoğunun Ortadoğu, Mısır veya Arap ülkelerinden vatandaşlar olduğu. Bu ülkeler, çok büyük krizler yaşadıklarından dolayı varoluşsal anlamda daha çok Bergman'ın sinemasına sarılıyorlar. Bergman, kendine anlam arayan bir insanı o kadar güzel resmetti ki dünyanın öteki ucunda İsveç kültürü ile hiçbir bağlantısı olmayan toplumlar bile Bergman’ın eserlerinde kendinden bir şeyler buldu. Bergman, kendine anlam arayan insanların varoluşsal kaygılarını dünya genelindeki insanlara çok güzel bir şekilde aktardı. Bence kültürler arasındaki farklılıklara rağmen, Bergman'ın sineması herkesin kendilerini bulabileceği ortak bir nokta oldu.

 

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Sinemayı ve felsefeyi sadece akademideki insanların uğraşı gibi görmemek gerekir. Her iki alanın da herkese hitap ettiği bilinciyle hareket etmek önemlidir. Friedrich Nietzsche'nin "Zerdüşt" kitabı, girişinde belirttiği gibi, "herkese göre ve kimseye göre olmayan" bir kitaptır. Benzer şekilde, ülkemizde de sinemanın sadece eğlence tarafını değil, felsefi ve düşünsel arka planını da görmek gerektiğine inanıyorum. Sinemanın bu yönüne de değer verilmesi ve bu bilincin artması gerektiğini düşünüyorum.

 

Haber: Kardelen Cancı

EN ÇOK OKUNANLAR

DÜNYA ŞAMPİYONU MÜCAHİT KULAK: “DURMAK YOK, RİNGE DEVAM”

  Dünya şampiyonluğu, spor dalında en iyi olanın taşıdığı prestij ve ...

TARİHE TANIKLIK EDEN MÜZE ‘‘ULUCANLAR CEZAEVİ MÜZESİ’’

Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi (Ulucanlar Cezaevi), 1925 ve 2006 yılları ...

HAYVAN DOSTLARIMIZDA KAN PARAZİTİ HASTALIĞI

  Her canlı dönem dönem sağlık sorunları yaşamaktadır. Bu sağlık sorunlarının ...

TOPRAĞIN BİLİMİ PEDOLOJİ

  İnsan ve diğer tüm canlıların hayatına devam edebilmesi için toprak ...

HAMAMÖNÜ EVLERİ

Türkiye’nin birçok şehrinde birbirinden güzel evler bulunmaktadır. Peki ya Ankara’nın ...

KADINLARIN VAZGEÇİLMEZ GİYSİSİ: KIRAS-FİSTAN

  Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne ait birçok yerde yıllardır ...

CUMHURİYET’İN İLK KADIN MUHTARI: GÜL ESİN

Mustafa Kemal Atatürk, her zaman Türk kadınını modern toplumun simgesi ...

DÜNDEN BUGÜNE: URLA SANAT SOKAĞI

  Asıl adı Zafer Caddesi olan sokak, 2010 yılından sonra bir ...

SIK RASTLANIP AZ BİLİNEN HASTALIK: KURDEŞEN

  Vücudumuzda bir bölge kaşındığı zaman hafife alır, kaşıyıp geçmesini bekleriz. ...

TÜRKİYE'NİN İLK MATEMATİK MÜZESİ

Aydın'ın Efeler ilçesinde, Türkiye'nin ilk matematik müzesi olma özelliğine sahip ...

Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
İletişim Fakültesi / Gazetecilik Bölümü

Öğrenci Uygulama Haber Sitesi
+90 256 218 20 00