Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
İletişim Fakültesi / Gazetecilik Bölümü

Öğrenci Uygulama Haber Sitesi


DENİZLERİN SESSİZ İSTİLASI: YABANCI TÜRLER EKOSİSTEMİ NASIL DEĞİŞTİRİYOR?

16.11.2025
Bilim ve Teknoloji

 

Son yıllarda Akdeniz, eşi benzeri görülmemiş bir ekolojik değişimin merkezi haline geldi. Kızıldeniz’den Süveyş Kanalı aracılığıyla gelen istilacı türler, deniz ekosistemini sessizce dönüştürdü. Tropik kökenli yeni türler, yerli balıkların yaşam alanlarını tehdit ediyor. Bilim insanları, bu biyolojik istilanın uzun vadede geri döndürülemez sonuçlar doğurabileceği konusunda uyarılarda bulunuyor.

 

İklim değişikliği ve insan faaliyetlerinin etkisiyle Akdeniz’de son yıllarda eşi benzeri görülmemiş bir ekolojik dönüşüm yaşandı. Kızıldeniz’den Süveyş Kanalı aracılığıyla gelen istilacı türler, Türkiye denizlerinde besin zincirini, tür dağılımını ve ekosistem dengesini yeniden şekillendiriyor. Su altında artık yerli balıkların yerini tropikal kökenli yeni türler alıyor. Bu sessiz ama etkili biyolojik istilanın doğaya ve insan yaşamına yansımalarını anlamak için, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Hidrobiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Bilecenoğlu ile bir araya geldik. Çocuk yaşlarda başlayan deniz tutkusunu bilimsel meraka dönüştüren Bilecenoğlu, Türkiye’nin deniz biyolojisi alanındaki öncü isimlerinden biri olarak, istilacı türlerin yayılımı ve etkileri üzerine uzun yıllardır araştırmalarını sürdürüyor. Onun deyimiyle, “Artık Akdeniz’in altına baktığınızda gördüğünüz canlıların çoğu yerli değil.”

 

Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Deniz biyolojisi ve hidrobiyoloji alanında uzmanlaşma süreciniz nasıl şekillendi?

İsmim Murat Bilecenoğlu. Denizle çok erken yaşta tanıştım ve 14 yaşındayken Scuba (aletli) dalışa başladım. Su altı yaşamı ve biyoçeşitlilik, çocukluğumdan beri  beni derinden etkiledi. Kaptan Cousteau’nun “Yaşayan Deniz” belgeseli, deniz biyolojisi alanında ilerlememde büyük bir motivasyon kaynağı oldu. Bu nedenle lisans eğitimimi Biyoloji alanında tamamladım. Mezuniyetimin ardından Ege Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’nde yüksek lisans ve doktora yaptım. 2006 yılında ADÜ Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü’nde öğretim üyesi olarak göreve başladım ve halen araştırmalarıma devam ediyorum.

 

İstilacı türlerle ilgilenmeye sizi yönlendiren temel motivasyon neydi? Bu alanda çalışmaya nasıl karar verdiniz?

Henüz lisans öğrencisiyken, dönem arkadaşım Kadir Boğaç Kunt ile bölümümüz koleksiyonundaki deniz canlılarının yetersiz olduğunu fark ettik ve bu eksikliği gidermeye karar verdik. Aylarca Alanya kıyılarında örnekleme yaparak yaklaşık 130 balık türü elde ettik. Türlerin biri hariç hepsini tanımladık. Tanımlayamadığımız tür için Ege Üniversitesi’nden rahmetli hocamız Prof. Dr. Savaş Mater’e bir mektup yazmıştık. Yaklaşık bir ay sonra gelen yanıtta, balığın Türkiye kıyılarında ilk kez kaydedilen Kızıldeniz kökenli yabancı bir tür olduğu belirtildi. Bu mektuplaşma, beni yabancı ve istilacı türlerle ilgilenmeye yönlendiren temel dönüm noktası oldu. Prof. Dr. Mater ile mezuniyete kadar mektuplaşmayı sürdürdük. Bir gün beni İzmir’e davet ederek yüksek lisans çalışmalarımı Ege Üniversitesi’nde yapabileceğimi söyledi. Hocamın desteği sayesinde, kariyerimde deniz balıklarına, özellikle yabancı türlere odaklanma imkânı buldum.

 

İstilacı türleri tanımlar mısınız bu türler nelerdir?

Kendi doğal yaşam ortamlarından uzak ve yeni ekosistemlere, insan faaliyetleri sonucu doğrudan ya da  dolaylı olarak taşınan organizmalar “yabancı türler” olarak tanımlanır. Bu türlerin bir kısmı, kısa sürede büyük popülasyonlara ulaşıp, bulundukları ekosistemde biyolojik çeşitlilik, sosyoekonomi ve insan sağlığı üzerinde olumsuz etkiler yarattığında “istilacı tür” olarak adlandırılır. Akdeniz ekosistemi, yabancı ve istilacı türlerin varlığı açısından dünyada en fazla etkilenen bölgelerden biridir ve Türkiye kıyıları da bu istiladan önemli ölçüde etkilenmektedir. Benim de içinde yer aldığım araştırmacı ekibi olarak, ülke tarihindeki ilk yabancı deniz canlıları envanterini 2005 yılında hazırladık ve yaklaşık 260 tür listeledik. Bu sayı 2011 yılında 400 türe, 2020 yılında ise yaklaşık 540 türe yükseldi. Bitkilerden yumuşakçalara, balıklardan yunuslara kadar uzanan geniş bir yelpazede temsil edilen bu türlerin sayısı her geçen gün artmaktadır. Özellikle insan sağlığı açısından olumsuz etkileri bulunan zehirli türler, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve Tarım ve Orman Bakanlığı’nın yürüttüğü bilinçlendirme çalışmaları sayesinde kamuoyunda daha iyi tanınır hale gelmiştir. Eti son derece zehirli olan ve kesinlikle besin olarak tüketilmemesi gereken benekli balon balığı (Lagocephalus sceleratus), bu konuya verilebilecek en iyi örneklerden biridir.

 

Bu türlerin ekosistem dengesi üzerindeki en belirgin etkileri nelerdir? Yerli türler üzerinde nasıl bir baskı oluşturuyorlar?

İstisna olmaksızın, kıyılarımıza ulaşan  ve  yerleşip üreme yeteneği kazanan tüm yabancı tür popülasyonları, besin zinciri yapısını “geri dönüşümsüz” şekilde değiştiriyor. Bu baskılardan en belirgin olanlarından biri rekabet olup, bazı türlerde bunu çok net gözlemleyebiliyoruz. Örneğin, ilk defa 2006 yılında kıyılarımızda varlığı saptanan Kızıldeniz barbunu (Parupeneus forsskali), kısa sürede istilacı bir tür haline geldi ve bugün tüm Akdeniz kıyı şeridinde dominant türlerden biri olarak görülüyor. Barbun istilası öncesinde sıkça gördüğümüz yerli tekir balığına (Mullus surmuletus) artık eskisi gibi rastlamak mümkün değil.

 

Süveyş Kanalı üzerinden denizlerimize ulaştıkları biliniyor. Bu geçiş süreci ve ardından yaşanan ekolojik değişimler hakkında neler söyleyebilirsiniz?

İnsan yapısı bir kanal olan ve 1869 yılında açılan Süveyş Kanalı, özellikle Kızıldeniz, Hint Okyanusu ve İndo-Pasifik kökenli tropikal türlerin Akdeniz’e geçişi adına en önemli koridor konumunda. Ancak gemicilik ve akuakültür faaliyetleri sonucunda, kıyılarımıza çok farklı ekosistemlerden yabancı türler de ulaşabiliyor. Bazı durumlarda bir türün yabancı olup olmadığı veya hangi ekosistemden geldiği net olarak belirlenemiyor; ancak detaylı çalışmalar sonucunda bazı cevaplara ulaşılıyor. Bir istilacı tür nedeniyle yaşanan en vahim örneklerden birini 1990’lı yılların başında Karadeniz’de gördük. O dönemde, ciddi bir ötrofikasyon problemi nedeniyle zaten kırılgan durumda olan Karadeniz, yabancı bir taraklı denizanası (medüz/Mnemiopsis leidyi) istilasına maruz kaldı. Bu medüzün temel besini zooplankton ve balık yumurtası olduğundan, Türkiye’nin hamsi avcılığı o dönemde maalesef büyük bir çöküş yaşadı.

 

Sahada yürüttüğünüz çalışmalardan birkaç örnek verebilir misiniz? Hangi bölgelerde veya türlerde en dikkat çekici bulgulara ulaştınız?

Bu soruya birkaç örnek sığdırmak biraz zor. Çünkü Türkiye kıyılarında her ne amaçla deniz biyolojisi araştırması yürütülürse yürütülsün, yabancı türlere rastlamamak neredeyse imkansızdır. Özetle, denizdeki her araştırmamızda yabancı ve istilacı türler, çalışmaların neredeyse önüne geçilemeyen bir parçası haline gelmiştir. Muhtemelen en dramatik bulgulara Doğu Akdeniz kıyılarımızda, özellikle İskenderun Körfezi’nde ulaştık. Dip trolü avcılığı yapan teknelerin toplam av miktarında yüzde 90’lara varan oranlarda yabancı türlere rastlamıştık ve bu oran uzun yıllardır aynı şekilde devam etmektedir.

 

Bu türler yalnızca çevreyi değil, aynı zamanda ekonomiyi de etkiliyor. Balıkçılık, turizm veya yerel yaşam açısından ne tür tehditler oluşturuyorlar?

Balıkçılık açısından durum oldukça karmaşıktır çünkü kıyılarımıza ulaşan ve istilacı karakter sergileyen türlerin bir kısmı ekonomik değer kazanmıştır. Bir yandan rekabet nedeniyle ortamdan kaybolan yerli türlerimiz varken, diğer yandan balık tezgahlarında kendilerine hızlıca yer bulan yabancı türler, durumu ticari balıkçılar açısından değerlendirmeyi zorlaştırmaktadır. Tropikal kökenli bazı zehirli denizanası türlerinin insan sağlığına ve turizme olumsuz etkileri olduğuna dair pek çok bilimsel araştırma mevcuttur. Nispeten yeni bir istilacı tür olan uzun dikenli deniz kestanesi, tüm Akdeniz ve Güney Ege kıyılarında turizm ve sağlık açısından ciddi sorunlar yaratmıştır. 

 

Türkiye bu tehlikeden nasıl korunabilir? Bilimsel anlamda veya yasal düzeyde hangi önlemler sizce öncelikli olmalı? Hangi önlemler alınıyor, alınıyorsa bu önlemler nelerdir?

Yabancı türler, insan faaliyetleri sonucu ekosisteme katıldığından, insanoğlu var olduğu sürece bu sorun devam edecektir. Bu nedenle, yabancı türlerden korunmak şu anda güç görünmektedir. Özellikle bazı yerli predatör türlerimizi (örneğin orfoz ve lahoz balıkları) korumak, yabancı türleri doğal yollarla baskı altında tutmak açısından önemlidir. Bilimsel çalışmalar, mevcut yabancı türlerin biyolojilerini ortaya koyarak hangi türler üzerinde önlem alınması gerektiğini belirleme açısından büyük önem taşımaktadır. Türkiye’de yabancı ve istilacı türlerle mücadele konusunda henüz kapsamlı bir yasal düzenleme bulunmamaktadır; ancak son 10 yılda yürütülen proje ve bilimsel araştırmalar önemli bir bilgi birikimi oluşturmuştur. Şu anda alınan tedbirler yalnızca birkaç türü kapsamaktadır; özellikle balon balıkları bu tedbirlerin başında gelmektedir. Balon balığı istilasının ardından Tarım ve Orman Bakanlığı, bu türlerin avlanmasını, karaya çıkarılmasını ve satışını yasaklayarak önemli bir adım atmıştır. Ayrıca bir süredir, balon balığı popülasyonunu azaltabilmek amacıyla, balıkçılara getirdikleri her balon balığı kuyruğu karşılığında ödeme yapılmaktadır. Son yıllarda daha sık düzenlenen Aslan balığı avlama yarışmaları da hem halkı bilinçlendirmek, hem de türün popülasyonunu kontrol altında tutmak açısından dikkat çekici örnekler arasında yer almaktadır.

 

İstilacı türlerle mücadelede halkın, yerel yönetimlerin ve bilim dünyasının birlikte hareket etmesi neden önemli? Bu konuda farkındalık yeterli mi?

Birlikten kuvvet doğar; bu soruya verilebilecek en kısa yanıttır. Farkındalık tek başına elbette yeterli değildir ancak ulaşılabilecek ilk ve en önemli basamaktır. 30 yılını yabancı tür araştırmalarına adayan biri olarak şahsi görüşüm, farkındalık konusunda hâlâ çaba sarf etmemiz gerektiğidir.

 

İstilacı türlerle mücadelede uluslararası iş birlikleri ve veri paylaşımı ne kadar önemli? Türkiye bu küresel süreçte nasıl bir rol üstleniyor?

Akdeniz’e bir tür giriş yaptığı zaman, yüksek ihtimalle lokal bir popülasyon olarak kalmaz ve bir şekilde dağılım alanını genişletir. Bu nedenle konu, ülkelerin bireysel meselesi değildir; çünkü bugün bizim denizlerimizde bulunan bir tür,  yarın başka bir ülkenin karasularında sorun yaratabilir. Bu açıdan, biyolojik istila üzerine çalışan bilim insanlarının yakın temasta olduğunu söylemek mümkündür ve veri paylaşımı, problemin tespitinde ve alınması gereken tedbirlerin belirlenmesinde son derece etkili bir yöntemdir. Türkiye yabancı türler konusunda çok sayıda uzman barındıran ve sahip olduğu deneyimle Akdeniz ülkelerine yoğun bilgi sağlayan öncü bir ülkedir.

 

İstilacı türlerin gelecekte deniz ekosistemimizde yaratacağı tablo nasıl olacak? Eğer önlem alınmazsa bizi nasıl bir ekolojik gelecek bekliyor?

Biyolojik istilalar konusunda uzman bir araştırmacı, Akdeniz’in “geçmişine döndüğünü” ifade etmişti. Ben de aynı fikirdeyim (6 milyon yıl önce Akdeniz’in şu an bulunduğu bölge, ılıman türlerle birlikte bol miktarda tropikal tür barındırıyordu). Günümüzde Akdeniz’in veya Güney Ege kıyılarının herhangi bir noktasında su altına göz attığınızda görebileceğiniz en yaygın organizmalar yabancı kökenli olanlardır. Son 50 yılda meydana gelen değişim o kadar keskindir ki, önümüzdeki yılların nasıl olacağını tahmin etmek oldukça güçtür. Süveyş Kanalı’nı kapatamadığımız veya gemilerle tür taşınımını engelleyemediğimiz sürece, istila süreci deniz yaşantısının bir parçası olmaya devam edecek ve alınabilecek tedbirler yalnızca birkaç ikonik tür ile sınırlı kalacaktır.

 

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Sadece biyolojik istilalar konusunda değil, her alanda genç deniz bilimcilere ihtiyaç duyulmaktadır. Umarım sayenizde gerçekleşen bu kısa söyleşi, denize gönül vermiş ve araştırmaya hevesli gençlere ulaşabilir.

 

Bu araştırma, denizlerimizin sessiz dönüşümünü anlamamıza katkı sunan Prof. Dr. Murat Bilecenoğlu’nun değerli çalışmalarıyla şekillenmiştir. Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Hidrobiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Bilecenoğlu’na, bilgi birikimi, deneyimi ve bizlerle paylaştığı değerli katkıları için teşekkür ederiz. Yıllarını su altı dünyasına adamış olan Bilecenoğlu, bilimsel araştırmalarının yanı sıra kendi objektifinden yansıttığı karelerle çalışmamıza görsel bir derinlik kazandırdı. Doğanın değişen yüzünü bizlere ilham verici bir bakışla sunan Prof. Dr. Murat Bilecenoğlu’na teşekkürlerimizi sunarız.

 

Haber: Melisa Ayhan 

 

EN ÇOK OKUNANLAR

DÜNYA ŞAMPİYONU MÜCAHİT KULAK: “DURMAK YOK, RİNGE DEVAM”

  Dünya şampiyonluğu, spor dalında en iyi olanın taşıdığı prestij ve ...

OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE SOSYAL YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA

  Osmanlı İmparatorluğu'nda sosyal yardımlaşma ve dayanışma kültürü, toplumun temel değerlerinden ...

TARİHE TANIKLIK EDEN MÜZE ‘‘ULUCANLAR CEZAEVİ MÜZESİ’’

Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi (Ulucanlar Cezaevi), 1925 ve 2006 yılları ...

HAYVAN DOSTLARIMIZDA KAN PARAZİTİ HASTALIĞI

  Her canlı dönem dönem sağlık sorunları yaşamaktadır. Bu sağlık sorunlarının ...

EN YÜKSEK SUÇ ORANI NEDEN AYDIN’DA?

  Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), her yıl olduğu gibi bu yıl ...

KADINLARIN VAZGEÇİLMEZ GİYSİSİ: KIRAS-FİSTAN

  Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne ait birçok yerde yıllardır ...

İNCİR BİR MEYVE Mİ ÇİÇEK Mİ?

  Aydın deyince aklımıza ilk incir, incir deyince de aklımıza ilk ...

TOPRAĞIN BİLİMİ PEDOLOJİ

  İnsan ve diğer tüm canlıların hayatına devam edebilmesi için toprak ...

ESKİ BİR TÜRKMEN ENSTRÜMANIN YENİDEN DOĞUŞU: ERBANE

  Eski çağlardan beri ritim ve müziğin vazgeçilmez bir enstrümanı olan ...

SIK RASTLANIP AZ BİLİNEN HASTALIK: KURDEŞEN

  Vücudumuzda bir bölge kaşındığı zaman hafife alır, kaşıyıp geçmesini bekleriz. ...

Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
İletişim Fakültesi / Gazetecilik Bölümü

Öğrenci Uygulama Haber Sitesi
+90 256 218 20 00