Bir çocuğun içten heyecanıyla çıktığı sahne, yıllar sonra onun yaşam biçimi oldu. Yüksel Ünal için oyunculuk, ezberlenip oynanan bir rol değil; hissedilip yaşanması gereken bir yolculuk. Her karakterde kendinden bir parça buluyor, her sahnede yeniden doğuyor.
Yüksel Ünal, oyunculuğa çocukluk yıllarında sahnede heyecanla adım atan bir isim. Almanya’da doğmuş, ancak 1983 yılında Türkiye’ye dönerek sahneye ilk adımını atmış. Yıllar içinde çeşitli projelerde yer alarak oyunculuk kariyerini şekillendiren Ünal, “Muhteşem Yüzyıl” dizisindeki “Şeker Ağa” karakteriyle geniş kitlelerce tanınmaya başladı. Hem tiyatroda hem de sinemada kendine sağlam bir yer edinen Ünal, yazarlık ve senaristlik gibi başka sanat dallarında da başarılar elde etti. Onun için oyunculuk, sadece rol yapmak değil, her karakterde kendinden bir şeyler bulmak ve her sahnede yeniden doğmak anlamına geliyor. Bugün, sahnede geçen yılların ardından, oyunculuğu ve sahneye bakış açısını bizlerle paylaştı.
Kendinizi tanıtır mısınız?
5 Temmuz 1974’te Almanya’da doğdum. 1983’te Türkiye’ye taşındık ve ilk olarak ilkokulda sahneye çıktım. Bir daha da inmedim. 2000’lerde Çağan Irmak’ın “Yol Arkadaşım” dizisinde figüran olarak kamera karşısına geçtim ve ardından “Muhteşem Yüzyıl” dizisinde “Şeker Ağa” karakteriyle büyük bir çıkış yakaladım. Tiyatroda da aktif olarak yer aldım, İzmir’de çeşitli topluluklarla oyunlar sahneledim. Yazarlık kariyerine de adım attım ve “Âdemin Mirası”, “Hiç”, “Oyun Birazdan Başlayacak” gibi oyunlar yazdım. Ayrıca köşe yazıları yazıyor, film senaryosu üzerinde çalışıyor ve yurt içinde ve dışında sahneye çıkıyorum. Şu anda seslendirme ve grafik tasarım gibi alanlarda da çalışmalar yapıyorum.
Oyunculuğa başlama hikâyeniz nasıl gelişti? İlk sahne deneyiminizi hatırlıyor musunuz?
İlkokul 4. sınıftayken “Ayıkla Pirincin Taşını” adlı bir piyeste ilk oyunculuk deneyimimi yaşadım. O zamanlar böyle çok tiyatro salonu olmadığı için bir düğün salonunda oynamıştık. Evin hanımı “Neredesin İbiş!” diye seslenecek ve ben de telaşla sahneye çıkıp “Geldim efendim!” diyecektim. Sahneye çıkarken bir kabloya ayağım takıldı, büyük heyecanımla bu aksilik birleşince ortaya gerçek bir performans çıktı. Ben, neredeyse yuvarlanarak sahneye düşerek çıktım ve “Geldim efendim!” dedim. O gün, tiyatronun bana “hoş geldin” dediğini düşünüyorum.
Sahneye çıkarken kendinizi nasıl hazırlıyorsunuz? Bu hazırlık süreci sizin için ne kadar önemli?
Yıllar içinde anladım ki oyunculuk öğrenilen bir şey değil, hatırlanan bir şey. Fakat oyuncuların duygularını kontrol edebilmek gibi özel yeteneği de olmalı. Bunu başarabiliyor muyum bilmiyorum fakat başarmaya çalıştığım şey bu. Biraz sonra sahnedeki kişi olmam gerekiyor. Onun gibi davranmak ya da o rolü oynamak hoşuma gitmiyor. Oynamaktan ziyade “olma” halini seviyorum. Galiba bunun için biraz sessizliğe ihtiyacım var. Bu yüzden sahneye çıkmadan önce bir süre sessiz kalmayı tercih ediyorum. Çünkü inanmadığınız bir şeye kimseyi inandıramazsınız.
Kariyerinizde dönüm noktası diyebileceğiniz proje hangisiydi, neden?
Kabul etmem gerekir ki, Muhteşem Yüzyıl dizisiyle tanınırlığım oldukça arttı ve bu bana başka kapılar açtı. Ayrıca Muhteşem Yüzyıl dizisi, yeteneklerime büyük katkılar sunan bir proje oldu. Orada öğrendiklerimle yoluma devam ettim. Fakat unutmamak gerekir ki, oyunculuk sürekli bir öğrenme halidir. Ben “öğrenme işini yapan” bir öğrenci olmaktansa “fazlasını talep eden” bir talebe olmayı tercih ediyorum. Ayrıca, hayatın dönüm noktalarından ibaret olduğunu anladım.
Bugüne kadar oynadığınız roller içinde sizi en çok zorlayan hangisiydi?
Diyarbakır’da “Sur’da Devran” adlı bir film çekiyorduk. O filmde acımasız, kaba ve kötü birini oynuyordum. Bir sahnede, bir çocuğu ensesinden tutup sert bir şekilde bir odaya fırlatmam gerekiyordu. Yönetmen bana sahneyi anlatırken, ben sağ elimi cebime sokmuş, çocuğun ensesinin üşümemesi için ısıtmaya çalışıyordum. Başaramadım. Her denemede başarısız oldum. Tekrar tekrar çekmek zorunda kaldık. Daha sonra yönetmen, “Bir kere zarar vereceksin ama böyle giderse sabaha kadar zarar vermeye devam edeceksin.” dedi. Aslında çocuğun canı yanmıyordu, ben onun canını yakmaktan korkuyordum. Hayatımda en zorlandığım rol bu oldu sanırım.
Günümüzde dijital platformların artan etkisi, tiyatro ve sinemaya nasıl yansıyor? Oyuncu olarak bu değişimi nasıl görüyorsunuz?
Sanıyorum, dijital platformlar ve kolay kontrol edilebilir seyir mecraları bizi biraz tahammülsüz hâle getirdi. Artık insanlara müdahale yetkisi vermeden bir şey izletebilmek çok zor. Herkesin elinde tablet, telefon ya da kumanda var ve bir dakikalık bir videoyu bile ileri sarma eğilimindeyiz. Hâl böyle olunca, sinemada ve tiyatroda, ileri geri sarma kontrolü, durdurma seçeneği veya bir parmak hareketiyle başka bir izlenceye geçme şansı elinde olmayan kalabalığı koltuğa oturtup bir şey izletmek neredeyse imkânsız. Yine de bir gün insanların bu hızlı ve ruha zarar veren konfordan bıkacağını düşünüyorum. Çünkü bu bizim doğamıza aykırı bir şey. Tiyatronun ve sinemanın eskisi gibi yeniden rağbet göreceğine inanıyorum.
Tek kişilik oyun sahnelemek, kalabalık bir ekiple çalışmaya göre size nasıl bir farklılık sağladı?
Tek kişilik oyunların bazı konforları olsa da aslında çok zor olduğunu herkes bilir. Öte yandan tek başınıza sahnede olsanız da aslında kalabalık bir ekibin arkanızda olduğunu bilirsiniz. Fakat sahne üzerinde sizi oynadığınız karaktere inandıran bir yol arkadaşınızın olması, bir hikâyeyi onunla veya onlarla birlikte anlatmak muhteşemdir. Şimdilerde tek kişilik bir oyuna hazırlanıyoruz. Yaklaşık 50 dakika boyunca sahnede tek başıma anlatıyorum. Daha prova aşamasında bile ne kadar meşakkatli olduğunu anladım. Öte yandan, yapımcıların ekonomik nedenlerden ötürü daha az oyuncuyla ve daha az dekorla var olmaya çalışması da acıklı bir gerçek.
Genç oyunculara tavsiyeleriniz neler olur? Oyunculuk kariyerlerinde en önemli şeyin ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Oyunculuk, her ne kadar “öğrenilen bir şey değildir, hatırlanan bir şeydir” desem de, her meslekte olduğu gibi bir eğitim sürecine ihtiyaç duyar. Konuyla ilgili mutlaka bazı adresler vardır, oralarda eğitim alabilirsiniz. Ancak çok önemli bir konu daha var: Eğitim, “verilen” bir şey olduğu kadar, aynı zamanda “alınan” bir şeydir. Yani bu eğitimi, sizin de açık bir akılla almanız gerekiyor. Buna kitap okuyarak başlayabilirsiniz. Yaşam biçiminiz, algılarınız ve hayat yorumunuz zamanla değişmeli, derinleşmeli. Lütfen kitap okuyun. Dilimizde yazılmış öyle şaheserler var ki; bunun ne büyük bir miras ve şans olduğunu okudukça anlarsınız. Kitap okuyan insan, hayatın her yerinde değerlidir. Ünlü olmayı istemek, yakışıklılık, güzellik veya herhangi bir bedensel özellik, oyunculuk için çok değerli değildir. Umarım böyle gereksiz şeylerle zaman kaybetmezsiniz. Hiçbir şey için geç değil. Sonrası zaten kendiliğinden gelir. Elverir ki, hevesiniz ve öğrenme isteğiniz daim olsun.
Yüksel Ünal, oyunculuğa olan tutkusu ve sahneye bakış açısıyla, her karakterde kendinden bir parça buluyor ve her sahnede yeniden doğuyor. Onun için oyunculuk, sadece rol yapmak değil, derin bir yolculuk. Bugün, yıllar süren deneyim ve çabalarının ardından hem sahnede hem de yazdığı eserlerde hayatını bulmuş bir sanatçı olarak karşımıza çıkıyor. Her ne olursa olsun, oyunculuğu bir yaşam biçimi olarak benimsemiş ve bu yolculuktan hiç vazgeçmemiş.
Haber: Semanur Akkan
DÜNYA ŞAMPİYONU MÜCAHİT KULAK: “DURMAK YOK, RİNGE DEVAM”
Dünya şampiyonluğu, spor dalında en iyi olanın taşıdığı prestij ve ...
TARİHE TANIKLIK EDEN MÜZE ‘‘ULUCANLAR CEZAEVİ MÜZESİ’’
Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi (Ulucanlar Cezaevi), 1925 ve 2006 yılları ...
HAYVAN DOSTLARIMIZDA KAN PARAZİTİ HASTALIĞI
Her canlı dönem dönem sağlık sorunları yaşamaktadır. Bu sağlık sorunlarının ...
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE SOSYAL YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA
Osmanlı İmparatorluğu'nda sosyal yardımlaşma ve dayanışma kültürü, toplumun temel değerlerinden ...
İnsan ve diğer tüm canlıların hayatına devam edebilmesi için toprak ...
KADINLARIN VAZGEÇİLMEZ GİYSİSİ: KIRAS-FİSTAN
Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne ait birçok yerde yıllardır ...
EN YÜKSEK SUÇ ORANI NEDEN AYDIN’DA?
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), her yıl olduğu gibi bu yıl ...
Aydın deyince aklımıza ilk incir, incir deyince de aklımıza ilk ...
ESKİ BİR TÜRKMEN ENSTRÜMANIN YENİDEN DOĞUŞU: ERBANE
Eski çağlardan beri ritim ve müziğin vazgeçilmez bir enstrümanı olan ...
SIK RASTLANIP AZ BİLİNEN HASTALIK: KURDEŞEN
Vücudumuzda bir bölge kaşındığı zaman hafife alır, kaşıyıp geçmesini bekleriz. ...