Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
İletişim Fakültesi / Gazetecilik Bölümü

Öğrenci Uygulama Haber Sitesi


ÇİN’İN GÖRMEZDEN GELDİĞİ BAŞBAKAN: ERKİN SABİT ŞAVOUT KONUŞUYOR

01.10.2025
Dosya

 

Çin’in Doğu Türkistan’daki politikaları, bölgeyi aşarak sınırların ötesindeki Uygur diasporasının siyasal ve kültürel örgütlenmesini doğrudan etkiliyor. Bu durum, kimlik ve aidiyet sorunlarının ötesinde uzun soluklu bir uluslararası hak mücadelesine dönüşmüş durumda. Diasporanın örgütlenme kapasitesi, uluslararası diplomasiye erişim imkanları ve dünya kamuoyunun sessizliği gibi çok katmanlı dinamikler, bu mücadelenin şekillenmesinde belirleyici rol oynuyor. Sürgünde kurulan yapılar aracılığıyla yürütülen diplomatik girişimler ise Doğu Türkistan meselesini tarihsel ve jeopolitik bağlamıyla yeniden gündeme taşıyor.

 

Sürgünde kurulan yapılar vasıtasıyla yürütülen diplomatik girişimler, Doğu Türkistan meselesini hem tarihsel hem de güncel jeopolitik bağlamıyla yeniden tartışmaya açıyor. Bu kapsamda, Doğu Türkistan Sürgün Hükümeti Başbakanı, Doğu Türkistan Milli Meclisi Başkanı, Doğu Türkistan Demokratik Partisi Genel Başkanı, Turan Konfederasyonu Genel Başkanı, Uygur Federasyonu Genel Başkanı ve Dünya Barış Elçileri Organizasyonu Uzakdoğu Başelçisi görevlerini yürüten Erkin Sabit Şavout ile kapsamlı bir söyleşi gerçekleştirdik.

 

Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

Ben Erkin Sabit Şavout. Doğu Türkistan Sürgün Hükümetinin mevcut başbakanı, aynı zamanda Turan Konfederasyonunun ve Uygur Federasyonunun genel başkanıyım. Hayatım boyunca Türk ve İslam dünyasının kadim halklarından biri olan Uygur Türklerinin hak ve özgürlük mücadelesine adanmış bir çizgide yürüdüm. Köklerime uzanan bu yolculuk, 1960’lı yıllarda Rusya Federasyonuna bağlı Altay Cumhuriyetindeki Afanasyevo bölgesinde dünyaya gelmemle başladı. Ailem, Çin baskısından kaçarak Doğu Türkistan’ın Hoten vilayetinden göç etmek zorunda kalan bir Uygur ailesidir. Bu nedenle hem kimliğimin hem de mücadelenin ne demek olduğunu çocuk yaşta öğrendim. O günden bu yana halkımızın sesi olabilmek için diplomatik alanda, sivil toplumda ve uluslararası platformlarda varlık göstermeye devam ediyorum.

 

Sürgündeki bir hükümetin başbakanı olmak nasıl bir sorumluluk yüklüyor? Bu görev sizde hem halkınıza karşı hem de tarihe karşı nasıl bir bilinç oluşturuyor?

Sürgündeki bir hükümetin başbakanı olarak üzerime düşen sorumluluk, yalnızca güncel siyasi görevleri yerine getirmekle kalmayıp aynı zamanda tarihe karşı hesap veren bir mirası ve geleceğin kuşaklarına bırakacağımız tarihi bir emanetin aynasıdır; 2004 yılına kadar fiilen gizli tutulan Doğu Türkistan devlet yapısı o yıl Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye Cumhuriyeti, Avustralya, Birleşik Krallık, Suudi Arabistan ve Kırgızistan gibi stratejik öneme sahip devletlerin ortak karar metinleri ve Beyaz Saray’da yapılan resmi görüşmeler sayesinde uluslararası diplomasi sahnesine taşınmış, 2015’te Tokyo’da düzenlenen sürgündeki hükümet zirvesiyle ben de bu yapıya aktif olarak dahil olduktan sonra 2020’de resmi olarak Sürgün Hükümeti Başbakanı unvanını üstlendim. Bu süreç, 35 milyon Uygur Türkünün hak ve özgürlüklerinin korunması için Birleşmiş Milletler nezdinde yürüttüğüm temsil çalışmalarında, 157 ülkenin kendi stratejik çıkarları ve Çin ile kurdukları yoğun ticari ilişkiler nedeniyle desteğini esirgemesiyle yüzleşmemi sağladı ve bana hem halkımızın hem de mazlum milletlerin sesi olmak için diplomatik sabırla inşa edilmiş uzun vadeli politik stratejilerin ne denli hayati olduğunu gösterdi.

 

Sürgündeki hükümetin meşruiyetini güçlendirme ve uluslararası alanda tanınmasını sağlama yönünde attığınız adımlar nelerdir? Bu süreçte karşılaştığınız direnişler ve destekler hangi ülkelerden geldi?

Uluslararası meşruiyetimizi sağlamak için öncelikle anayasal bir çerçeve oluşturduk. Temsilciliklerimizi kurduk ve diplomatik ilişkilerimizi güçlendirdik. Fransa, Almanya ve İngiltere bizi tanıyan ilk ülkeler arasında yer aldı. Zaman içinde yüzden fazla ülke ile temas kurduk. Pek çok ülke, doğrudan ya da dolaylı biçimde bizi meşru bir muhatap olarak kabul etti. Bu süreçte Çin’in yoğun baskısı ile karşılaştık. Özellikle ekonomik tehditler bazı ülkelerin geri durmasına neden oldu. Ancak Avrupa’daki kamuoyu, insan hakları savunucuları ve sivil toplumun desteği bizim için önemli bir dayanaktı. Bugün devlet yapımız Doğu Türkistan için hazır. Eğitim, hukuk, sağlık ve dış politika gibi temel alanlarda planlarımız net. Bu yapıyı oluşturmak yaklaşık yirmi yıl sürdü. Artık sadece özgürlük talep eden bir halk değil, aynı zamanda bu özgürlüğü yönetecek kurumsal bir yapıya da sahibiz. Amacımız bu yapıyı kendi topraklarımızda hayata geçirmek.

 

Uluslararası alanda Doğu Türkistan için yürütülen diplomatik faaliyetlerde Türkiye’nin rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce daha etkili bir destek ve dayanışma mümkün mü?

Türkiye, tarihsel ve kültürel bağlarımızın en güçlü olduğu ülkelerden biridir. Doğu Türkistan meselesi sadece bir insan hakları sorunu değil, aynı zamanda Türk ve İslam dünyasının ortak vicdanını ilgilendiren bir meseledir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin tutumu bizim için hem stratejik hem de manevi olarak çok önemlidir. Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda Doğu Türkistan’ı defalarca açık bir şekilde gündeme getirmesi, uluslararası kamuoyunun dikkatini bu insanlık dramına çekmek açısından çok kıymetlidir. Özellikle “Dünya beşten büyüktür” anlayışıyla ortaya koyduğu adalet temelli yaklaşım, yalnızca Uygur halkı için değil tüm mazlum halklar için bir umut olmuştur. Bu çıkışların, Doğu Türkistan meselesinin yalnızca bölgesel bir sorun değil küresel bir hak ve hukuk meselesi olduğunu hatırlatması açısından etkisi büyüktür. Dışişleri Bakanı Sayın Hakan Fidan’ın da yakın zamanda Uygur halkıyla birebir temas kurması, sahadaki sorunları doğrudan dinlemesi ve bunları devlet nezdinde ele alması bizim için ayrı bir öneme sahiptir. Türkiye’nin bu tür temasları, hem psikolojik hem diplomatik açıdan destekleyicidir. Zira yıllardır zulüm altında yaşayan Doğu Türkistanlılar için bu ziyaretler yalnız olmadıklarını hissettiren güçlü mesajlar taşımaktadır. Elbette bu süreçte atılabilecek daha fazla adım vardır. Türkiye, sahip olduğu bölgesel ağırlık, tarihi sorumluluk ve diplomatik etkisi sayesinde Doğu Türkistan davasının daha geniş uluslararası platformlara taşınmasında öncü bir rol oynayabilir. Bu sadece bizim halkımız için değil uluslararası hukuk, temel insan hakları ve vicdani duruş açısından da tarihi bir misyon olacaktır.

 

Çin yönetimiyle doğrudan veya dolaylı şekilde yürütülen bir diplomatik kanal var mı? Uygur halkının taleplerini iletebilecek bir zeminin mevcut olup olmadığını düşünüyor musunuz?

Bugün itibarıyla sürgündeki hükümetimiz ile Çin yönetimi arasında doğrudan ya da dolaylı bir diplomatik kanal bulunmamaktadır. Biz bu durumu daha önce de kamuoyuna açıkça ifade ettik. Ne resmi ne de gayriresmi bir temas yürütülmemektedir. Doğu Türkistan meselesi yıllardır yok sayılarak Uygur halkının talepleri sistematik biçimde bastırılmakta ve uluslararası hukuk görmezden gelinmektedir. Ancak biz insan haklarına dayalı, karşılıklı saygıya ve açık diyaloğa dayanan her türlü diplomatik girişime hazır olduğumuzu defalarca dile getirdik. Bu tutumumuz bugün de geçerlidir. Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2024 yılında Çin Hükümeti ile gerçekleştirdiği görüşme bu açıdan dikkatle takip ettiğimiz bir gelişmeydi. Ancak sürecin oldukça yavaş ilerlediğini ve somut adımların henüz atılmadığını da belirtmek gerekir. Doğu Türkistan’da yaşanan baskıların bu tür çok taraflı platformlarda açıkça gündeme getirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Aksi takdirde, bu yapılar baskıcı rejimlerin politikalarına örtülü meşruiyet sağlar. Özellikle Türk Devletleri Teşkilatının bu konuda daha aktif bir tutum alması gerektiğine inanıyoruz. Doğu Türkistan meselesi, sadece bir azınlık sorunu değil; aynı soydan gelen, aynı dili konuşan bir halkın temel hak mücadelesidir. Çin ile ekonomik ilişkiler yürütülürken bu halkın yok oluşuna sessiz kalınamaz. Bu nedenle teşkilatın, Çin tarafıyla doğrudan temasa geçerek hak ihlallerini gündeme taşıması tarihi ve ahlaki bir sorumluluktur.

 

Türkiye’deki Uygur diasporasının durumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Gençlerin aidiyet duygusu ve kimlik koruma konusunda karşılaştığı temel sorunlar nelerdir?

Türkiye’deki Uygur diasporası, Doğu Türkistan davasının hem hafızası hem de taşıyıcısı konumundadır. Özellikle genç kuşakların aidiyet duygusunu kaybetmeden kimliğini koruma yönündeki çabaları oldukça kıymetlidir. Türkiye, hem kültürel yakınlık hem de tarihsel bağlar nedeniyle Uygur Türkleri için bir sığınak ve mücadele alanı olmuştur. Bu topraklarda yaşayan Uygur toplumu, kültürel kimliğini korumak, tarihini yaşatmak ve geleceğe aktarmak konusunda ciddi bir bilinç içerisindedir. Özellikle İstanbul ve Ankara başta olmak üzere bazı şehirlerde kurulan eğitim merkezleri, kültür evleri ve öğrenci grupları; Uygur tarihi, dili ve gelenekleri üzerine yoğun çalışmalar yürütmektedir. Bu kurumlar sadece birer eğitim alanı değildir; aynı zamanda dava bilincinin, kimlik mücadelesinin ve toplumsal hafızanın diri tutulduğu merkezlerdir. Gençlerin karşılaştığı temel sorunların başında ise uzun süreli istikrarsızlık, belirsizlik ve vatandan uzak olmanın yarattığı psikolojik baskılar geliyor. Kimliğini korumaya çalışan bir genç için hem topluma entegre olmak hem de köklerini unutmamak arasında hassas bir denge kurmak zorlayıcı olabiliyor. Bu noktada Türkiye’deki toplumsal destek, bilinçli sivil toplum yapıları ve kamu politikaları büyük önem taşıyor. Türkiye’nin Uygur Türkleri ve Doğu Türkistan meselesi konusunda tarihi ve insani bir sorumluluğu olduğuna inanıyoruz. Bu sadece ortak bir geçmişin değil, ortak bir vicdanın da meselesidir.

 

Uygur Federasyonu ve Turan Konfederasyonu gibi kurumların somut olarak yürüttüğü faaliyetler nelerdir? Bu faaliyetlerin toplum üzerindeki etkisini nasıl gözlemliyorsunuz?

Bu davaya gönül vermem çocuk yaşlarıma dayanıyor. Henüz beş yaşındayken Doğu Türkistan’daki zulmün ne anlama geldiğini fark ederek mücadeleye başladım. O günden bu yana geçen her süreçte yalnızca konuşmakla değil, üretmek ve kurumsallaşmakla da sorumluluk aldım. Başbakan olmadan önce sivil toplum alanında birçok yapının kurulmasına öncülük ettim. Bu kapsamda oluşturduğumuz Uygur Federasyonu ve ardından Turan Konfederasyonu gibi yapılar, sadece sembolik değil; fiilen sahada olan, üreten, çözüm geliştiren kurumlar haline geldi. Bugün elliden fazla ilde aktif çalışan teşkilatlarımız var. Bu teşkilatlar, hem Uygur diasporasına destek sağlıyor hem de kamuoyunu bilgilendirme, bilinçlendirme faaliyetleri yürütüyor. Türkiye genelinde yapılan söyleşiler, konferanslar, gençlik buluşmaları, kültürel ve akademik faaliyetler sayesinde Doğu Türkistan meselesi toplumun farklı kesimlerine ulaşma fırsatı buldu. Somut çıktılar üretmek bizim için daima öncelikli oldu. Örneğin kendi imkanlarımızla hazırladığımız, Uygur Türklerinin tarihi ve kültürü üzerine yazılmış yirmi dokuz kitabı, Türkiye genelindeki devlet ve millet kütüphanelerine bağışladık. Kültürel alanda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde (KKTC) önemli faaliyetler yürüttük. Kıbrıs’taki kardeşlerimizle birlikte çeşitli etkinlikler, seminerler ve kültürel organizasyonlar düzenledik. Öte yandan Çin’in giderek merkeziyetçiliği sorgulatan bir yapıya büründüğünü, tıpkı Amerika Birleşik Devletleri gibi eyalet sistemi tartışmalarının Avrupa’da gündeme geldiğini yakından takip ediyoruz. Bu da bize, Çin’in iç dönüşümünde Uygur halkının taleplerini daha etkili şekilde gündeme getirme fırsatları doğurabileceğini gösteriyor.

 

Doğu Türkistan meselesi küresel medyada zaman zaman görünürlük kazanıyor ancak sürekli bir takip sağlanamıyor. Bu görünürlüğü artırmak için nasıl bir medya stratejisi izliyorsunuz?

Doğu Türkistan meselesi zaman zaman küresel medyada görünürlük kazansa da bu görünürlük ne yazık ki sürdürülebilir değil. Bunun en temel nedeni, uluslararası sistemin hala büyük ölçüde ekonomik çıkarlar üzerinden şekilleniyor oluşudur. Birleşmiş Milletlere üye yüz elli yedi ülkenin Çin ile doğrudan ekonomik ve diplomatik ilişkiler yürüttüğünü düşündüğümüzde, bu ülkelerin büyük bölümünün bizim meselemizi resmi platformlara taşımakta çekimser kaldığını görüyoruz. Bu süreçte özellikle özel günlerde düzenlediğimiz basın açıklamaları, sosyal medya kampanyaları ve ses getirici eylemlerle görünürlük sağlamaya çalışıyoruz. Atacağımız her adımın hem burada yaşayan halkımıza hem de Doğu Türkistan’daki kardeşlerimize etkisini en ince ayrıntısına kadar hesap etmek zorundayız. Çünkü Çin’deki akrabalarımızın can güvenliği bizim için her şeyden önce gelir. Burada yapılacak dikkatsiz bir açıklama, oradaki bir insanın hayatına mal olabilir. Bu nedenle medya stratejimizi yalnızca dış görünürlük üzerine değil, aynı zamanda güvenlik ve diplomatik denge gözeterek kurguluyoruz. Ulusal ve yerel basında yer alan tanıtım ve açıklamalar, dijital mecralarda hazırlanan belgesel ve kısa videolar, sosyal medya gençlik ağları aracılığıyla yapılan bilinçlendirme çalışmaları önceliğimiz. Özellikle genç kuşağa ulaşmak için afiş, broşür ve yüz yüze anlatım gibi daha doğrudan yöntemleri aktif biçimde kullanmamız gerektiğini düşünüyoruz. Bu bilinçlendirme sadece bugünü değil, gelecekteki özgür Doğu Türkistan’ın toplumsal hafızasını da oluşturacaktır.

 

Sizce tarihin bu döneminde Uygur halkı nasıl hatırlanmalı? Gelecek nesillerin taşımasını istediğiniz en önemli mesaj nedir?

Tarihin bu karanlık döneminde Uygur halkı yalnızca zulme uğrayan bir topluluk olarak değil; bütün baskılara rağmen kimliğini, inancını ve onurunu koruyan bir millet olarak hatırlanmalıdır. Bugün Doğu Türkistan’da yaşananlar sadece bölgesel bir kriz değil, insanlık tarihinin vicdanını sorgulayan bir sınavdır. Ne yazık ki dünya bu sınavı geçemiyor. Topraklarımızda, kamplarda, sokaklarda baskı altında olan halkımız, susturulmuş olsalar da direnişin en saf halini yaşıyor. Biz buradayız çünkü onlar sustuğunda ses olmak için yola çıktık. Gelecek nesiller, Uygur halkını boyun eğmeyen, mücadele eden, haklıdan yana olan bir irade olarak hatırlayacaktır. Benim gençlerimize ve geleceğe bırakmak istediğim en önemli mesaj şudur: Bu topraklarda doğmuş olmak kadar, o topraklara sahip çıkmak da bir görevdir. Tarih yazılmayı beklemez, yazanların iradesine göre şekillenir. Siz susarsanız, sizi başkası tanımlar. Biz susmadık, tanımlanmayı da reddettik. Açıkça söylemek gerekirse ‘Türkün Türk’ten başka dostu yoktur’ sözüne bugün her zamankinden daha fazla katılıyorum. Çünkü acımızı paylaşan da yaralarımızı saran da yine biziz. Bu dava, Uygur Türklerinin davası olduğu kadar tüm Türk dünyasının, tüm Müslüman coğrafyanın da vicdani sorumluluğudur. Uygur halkı, sadece bir trajedinin değil; bir direnişin, bir onurun ve bir hakikat mücadelesinin adı olarak hatırlanmalıdır. Gelecek nesillerin taşıyacağı miras, korkuya teslim olmayan bir halkın adalet uğruna verdiği onurlu mücadele olacaktır.

 

Uygur Türkleri ve Doğu Türkistan için verdiği kararlı mücadeleyi bizlerle paylaşan, Doğu Türkistan Sürgün Hükümeti Başbakanı, Doğu Türkistan Milli Meclisi Başkanı, Doğu Türkistan Demokratik Partisi Genel Başkanı, Turan Konfederasyonu ve Uygur Federasyonu Genel Başkanı ile Dünya Barış Elçileri Organizasyonu Uzakdoğu Başelçisi Sayın Erkin Sabit Şavout’a katkıları için teşekkür eder, çalışmalarında başarılar dileriz.

 

Haber: Mehmet Yiğit Öçal

 

EN ÇOK OKUNANLAR

DÜNYA ŞAMPİYONU MÜCAHİT KULAK: “DURMAK YOK, RİNGE DEVAM”

  Dünya şampiyonluğu, spor dalında en iyi olanın taşıdığı prestij ve ...

OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE SOSYAL YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA

  Osmanlı İmparatorluğu'nda sosyal yardımlaşma ve dayanışma kültürü, toplumun temel değerlerinden ...

TARİHE TANIKLIK EDEN MÜZE ‘‘ULUCANLAR CEZAEVİ MÜZESİ’’

Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi (Ulucanlar Cezaevi), 1925 ve 2006 yılları ...

HAYVAN DOSTLARIMIZDA KAN PARAZİTİ HASTALIĞI

  Her canlı dönem dönem sağlık sorunları yaşamaktadır. Bu sağlık sorunlarının ...

EN YÜKSEK SUÇ ORANI NEDEN AYDIN’DA?

  Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), her yıl olduğu gibi bu yıl ...

KADINLARIN VAZGEÇİLMEZ GİYSİSİ: KIRAS-FİSTAN

  Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne ait birçok yerde yıllardır ...

İNCİR BİR MEYVE Mİ ÇİÇEK Mİ?

  Aydın deyince aklımıza ilk incir, incir deyince de aklımıza ilk ...

TOPRAĞIN BİLİMİ PEDOLOJİ

  İnsan ve diğer tüm canlıların hayatına devam edebilmesi için toprak ...

ESKİ BİR TÜRKMEN ENSTRÜMANIN YENİDEN DOĞUŞU: ERBANE

  Eski çağlardan beri ritim ve müziğin vazgeçilmez bir enstrümanı olan ...

SIK RASTLANIP AZ BİLİNEN HASTALIK: KURDEŞEN

  Vücudumuzda bir bölge kaşındığı zaman hafife alır, kaşıyıp geçmesini bekleriz. ...

Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
İletişim Fakültesi / Gazetecilik Bölümü

Öğrenci Uygulama Haber Sitesi
+90 256 218 20 00