Yeşilova Höyüğü İzmir kent tarihinin artık 5.000 yıllık değil, 8.500 yıllık bir tarihe dayandığı kanıtlanmış oldu. Höyük, İzmir’in ilk yerleşim yeri, medeniyetin ilk başladığı yerdir. Bu höyük, Manda Çayı kıyısında bulunur. Yeşilova Höyüğü’nde o dönemin inancını ve sanatsal gücünü yansıtan, mermerden oluşan “Ana Tanrıça” heykelciği idol olarak bulundu.
İzmir Bornova’da bulunan, 8500 yıllık tarihe sahiplik eden Yeşilova Ziyaretçi Merkezi arkeolog eşliğinde eşsiz tarihe tanıklık etme şansı yaratıyor. Bu höyük, yaşattığı deneyimlerle sizi Neolitik Çağ’a götürüyor. 8500 yıl öncesine ait höyüklerde bulunan taş, kemik ve pişmiş toprak eserler içerisinde dikkati üzerine toplayan buluntulardan biri de beyaz mermerden yapılmış bir “Ana Tanrıça” heykelciği olmuştur. Mermerden yapılmış heykelcik ve Yeşilova Höyüğü’nü, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Yeşilova Höyüğü kurucu yöneticisi ve kazı başkanı Doç. Dr Zafer Derin ile birlikte ele aldık.
Merhaba, bize kendinizden bahseder misiniz?
Ben Doç.Dr. Zafer Derin, Ege üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümünde öğretim üyesiyim. Aynı zamanda Yeşilova Höyüğü Kazı Başkanı, Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi’nin kurucu ve yöneticisiyim. 2003 yılından beri kent içinde kazı çalışmalarını sürdürmekteyim.
İlk kalıntılara nasıl rastladınız?
Yeşilova Höyüğü bir kamu alanıdır. Ziyaretçi Merkezi’nin olduğu yerde, 2003 yılında belediyeler buranın verimli toprağını çekerek, buradan aldıkları toprakları park bahçelere taşıyorlarmış ve bu durumun ardından buraya molozlar bırakılmış. Höyüğün üzeri toprakla kapatılıyormuş. Bu çekilen toprağın bir kısmı Buca ilçesinde park yapılması için götürülmüş. Buranın hikâyesi de orada emekli bir resim öğretmeninin toprak içinde bir takım buluntuları fark etmesiyle başladı. Buluntuları müzeye bildirdikten sonra İzmir Arkeoloji Müzesi ile beraber ben de alanlara çıktım ve nerelerden kalıntı çıktığını araştırmaya başladık. Nitekim bu alana geldiğimde kepçeler çalışırken alandaki toprağı incelemeye aldık. Bu alandan kalıntıların çıktığını anladık ve bu alandaki çalışmaların hepsini durdurduk. 2004 yılında ise alanı tescilledik. 2005 yılında İzmir Arkeoloji Müzesi ile kurtarma çalışmaları yaparak burada kazıya başladık. 2005 ve 2006’da yaptığımız kazıların sonucuna baktığımızda, bu bölgede sandığımızdan daha eski tarihlere dayanan kalıntılar olduğunu fark ettik. 2008 yılında bakanlar kurulu kararı çıkararak Ege Üniversitesi ve Kültür Turizm Bakanlığı adına burada çalışmalar sürdürmeye başladık.
Kazı alanı dışında başka yerleşim alanları buldunuz mu?
İzmir’in kent ve tarihi ile ilgili 2005 yılında burayı kazmaya başladığımızda oldukça önemli buluntulara rastladık. Burada çanak-çömlek, pişmiş toprak, taş eserler gibi buluntularla karşılaşıyorduk. Bu çalışmalar sonucunda 2005 yılında küçük bir alanda kazı çalışmaları yürütürken sonrasında genişletmeye başladık. İzmir tarihinin sadece burası ile sınırlı olmadığını gördük. Eski Osmanlı haritalarını incelerken Yeşilova Höyüğü ile birlikte bu kez de Yassıtepe adını gördüm. Bir yer daha olduğunu fark ettikten sonra ikinci bir yerleşim alanı daha bulduk. Yeşilova Höyüğü ilk köy yerleşimi, Yassıtepe’nin ise ilk kent yerleşimi olduğunu ve Bornova Anadolu Lisesi içerisinde de İpeklikuyu Höyüğü’nün varlığına rastladık. Tarih öncesi büyük bir kültürün yayıldığı, geliştiği ve kentin ilk kültürel yapısının oluştuğu bir alan olduğunu gördük.
Yeşilova Höyüğü’nün kültür yapısı nedir?
Bu dönem metalin olmadığı dönemdir. Yeşilova Höyüğü, İzmir’in içinde medeniyetin ilk başladığı yerdir. Höyükteki ilk yerleşim Cilalı Taş Dönemi olarak adlandırılan Neolitik Çağ’da başlamıştır. Bu kazı süreci içerisinde bizim ilk bulduğumuz eserler bütüne yakın çanak-çömlekler, taş aletler ve kemik aletler oldu. Taş aletleri genellikle kesici kazıyıcı türde olanlardı. Kemik aletlerde ise daha çok deri, tekstil gibi bir takım şeyleri dikmeye yarayan aletler oluyordu. Kırmızı rengini çok sevdiklerini tahmin ediyoruz. Yapılan çanak çömlekler kırmızı renklerde ve bu da dönemin barışçıl olduğunu temsil ediyor. Çalışmalar ilerledikçe bu sefer buradaki kültürün diğer İzmir çevresindeki kültürlerden biraz daha farklı olduğunu gördük. Çünkü buradaki kültürün Ege’nin ilk kültürü olduğu anlaşıldı. Burası İzmir ve Egeli kavramını açıklayan en iyi yer oldu. Yaşam stilleri, evlerin mimarisi, mutfak kültürleri ve anlayışlarının biraz farklı olduğunu gördük. Örneğin, evleri Anadolu evleri gibi bitişik değil, tam tersi kırma çatılı ve birbirinden ayrı olarak yapılmıştır. Bu durum özgürce yaşamı, birbirinden uzakta kendi iç bireyleri içerisinde yaşamayı gerektiren yaşam modeli olduğunu gösteriyor. Nitekim bu evlerin temellerini, duvar yıkıntılarını bularak bu bilgilere ulaşırken bir kazımızda da bu evlerin kilden yapılmış bir modelini ufak şekilde bulduk. Kırma çatılar çoğunlukla sazlı ve otlu bir yapıya sahip oluyor. Bu ev yapısı daha çok ege yapısına sahiptir.
Mutfak ve gıda kültürü hakkında hangi buluntuları elde ettiniz?
Mutfak kültürüne geldiğimizde tabi ki buraya tarımla birlikte yerleşiyorlar. Tarım ürünleri içerisinde neler var diye baktığımızda ise örnek olarak yabani buğdayı ya da büyük olasılıkla ekmek yapımı için kullanılan kabuksuz arpa, beslenme açısından da daha iyi bir ekmek türü üretmişler. Bunların dışında üzüm, incir, ve çitlembik gibi gıdaları da bulduk. Çitlembik tohumlarında da yağ üretme özelliği vardır. Yağ ihtiyaçlarını da bitkisel olarak belki de onlardan gideriyorlardı. Tabi ki hayvansal yağları da var. Beslenme açısından baktığımızda balığa rastladık. Balık oldukça yoğun avlanılmış. Balığın içerisinde dikkat çeken şey ise çipura oldu. O dönemde çipura avlanılıyormuş ve döneme ait balık kemikleri de bulduk. Bir Egeli olarak midyeye ulaştık, midyeyi olağanüstü sevdiklerini düşünüyoruz. Burada rastladığımız midye, kum midyesidir. Başka dikkat çeken gıdalar ise salyangoz tüketimi, zehirli vatoz, deniz kestanesi ve istiridye oldu. Kaplar içerisinde toplanmış salyangoz bulduk. Egeli farklılığını yansıtan unsurlara ulaştık.
İzmir’in ilk yerleşim yeri olma özelliğini gösteren detaylar nedir?
Yeşilova Höyüğü dereler arasında yer alıyor. Bir tarafımızda Gökdere bir tarafımızda Manda deresi var. Onun tam ortasında yer alıyor. Gökdere’yi olasılıkla ayrı bir kanal açarak yerleşim yerinin ortasına getirmişler. İki tarafa da kanal duvarları yapılmış. Bir ölçüde suyu ayağına getiren ilk toplum diyebiliriz. İmar faaliyetleri var. Hiçbir şeyi gelişigüzel planlamamışlar. Evlerini güneşe doğru bir yay şeklinde yapmışlar, bunun sebebi evlerin daha çok güneş almasını sağlamak. Yaptıkları evlerin ortasında da bir avlu oluşturmuşlar. Plansız hiçbir şeyleri yok. Deredeki suyu yerleşim yerine çekerek hem balık avlamışlar hem de su ihtiyaçlarını karşılamışlar. Ama bütün bunlar içinde tabi ki çok özel aletler de buluyoruz. Kemikten aletler, çeşitli deliciler ya da spatulalar var. Spatulaların daha çok hayvanların kaburga kemiklerinden yapıldığını görüyoruz. Bulduğumuz spatulalar balık temizleme için de kullanılabiliyor ve buluntulardan bir tanesi balık şekline getirilmiş bir spatula. Bu açıdan da elindeki nesneleri sanat eserlerine dönüştürmüşler. Çöplüklerini de pek bulamadık. Neredeyse her şeyi geri dönüşümle çevirmişler. Evlerini inşa ederken üretim merkezi kurmuşlar. Buğdayları ve arpaları üretmek için öğütücü taşlar hazırlamışlar. Kırılan taşları bile çöpe atmayarak evlerini inşa etmek için kullanmışlar. Her şeyi değerlendirmeye çalıştıkları için bu açıdan da geri dönüşümcü bir toplum olduğunu söyleyebiliriz. Ziyaret Merkezine de binlerce ziyaretçi geliyor ve biz ücret almıyoruz. Arkeolog eşliğinde burayı geziyorsunuz ve aktiviteler de yapılıyor. Aldığımız tek ücret atık pildir. Her yıl atık pil toplayarak geçmişte olduğu gibi bize öğretilenlerle geri dönüşüm sağlıyoruz.
“Zaman Yolculuğu” projeniz hakkında bilgi verir misiniz?
Prehistorik dönemler, anlatılması kolay, görselliği yüksek olan alanlar değildir. Klasik bir kent gördüğünüzde sütunlar, mermer caddeler gibi mimarisi vardır. Bu dönemin mimarisi bir takım taşlar üzerine yaptıkları kerpiçten duvarlardır. Bu kültürü anlatabilmek için bir yol izlememiz gerekiyor. Ben İsveç’teki eğitim modellerini inceledim ve geldiğimde de bunu arkeolojiye uyarladım. Bunu en iyi 3 boyutla insanlara anlatabileceğimi düşündüm. Nitekim de müzenin içinde “Zaman Yolculuğu” teması işletilmiştir. Binanın dışında da neolitik bir köy oluşturduk. Gelen misafirlerimiz deri yelekleri giyerek içerisinde bir süre taş aletlerin yapımı, duvarların sıvazlanması gibi o günün koşullarında o yaşamın içerisine sokuyoruz. İnsanlar için hem görsel olarak neyi ifade ettiği ön planda gösteriliyor hem de dokunma, hissetme gibi duyguları ön plana çıkararak anlatımı güçlendiriyor. Buranın temelinde de anlatımı, gelen misafirin burada deneyimleriyle kendi tarih öncesi hikâyesini yazmasını istedik.
Bulunan 5 bin yıllık “Kadın Tanrıça Heykelciği” hangi anlamı, inancı temsil etmektedir ve önemi nedir?
8500 yıllık bulguların içerisinde “İnanç” kavramı ile ilgili birçok şey bulduk. İnanç kavramına geldiğimizde iki inanç şekli var. Kadın çok ön planda tutuluyor. Kadın dışında hayvanlar içinde ise yabani hayvanı kutsallaştırmışlar. Bu hayvalardan bir tanesi heykelciklerine ve dişlerine ulaştığımız ayı, diğer hayvan ise panterdir. Kutsallaştırdıkları için kabartma olarak eşyaların üzerinde şekillerine rastlıyoruz. Araştırmalarda Türkiye genelinde en çok panterin avlandığı yerin İzmir ve civarı olduğunu gördük. Yönetici, gücünü avladığı hayvanlarla gösterdiği için panter bir nevi gücü de temsil ediyor. Bunlardan bir tanesi de 5000 yıllık olduğunu tahmin ettiğimiz mermer idol oldu. Doğurganlık ve çoğalmayla birlikte iş gücünün artmasıyla kadın kavramı ön plana çıkıyor. Biz burada mermerden yapılmış “Ana Tanrıça” heykelcik idolü bulduk. Ana tanrıça, 5000 yıl önce de devam ediyor. Ana tanrıça kavramı çeşitli desenlerle mermer üzerine yansıtılmış. Taşınabilir bir obje. Mermer idol 6-7 santim boyunda, birkaç santim inceliğinde bir eser. Neolitik dönemden beri süregelen ana tanrıçanın bir devamı. Bu nedenle önem taşıyor. Türkiye sınırları içerisinde bir tane bulunmuş durumdadır, benzerine rastlanılmamıştır. Heykelcik, kadının doğurganlığını, yüceliğini, üretkenliğini temsil ediyor. Taşıyan kişiye bereket ve sağlık getirmesi için kullanılmış. Kadının toplum içindeki önemini de açık bir şekilde yansıtıyor. Heykelciğin Midilli Adası’ndaki Thermi bölgesinde benzerleri de var. Bulduğumuz eser Midilli Adası’nda olanlardan 500 yıl öncesine ait. Bu, heykelciği daha da değerli ve önemli olduğunu gösteriyor.
Yeşilova Höyüğü’ndeki kazı çalışmaları sayesinde, kaybolan tarih topraktan gün yüzüne çıkıyor. Bir yandan da Ziyaretçi Merkezi’nde yaşanan deneyimi arkeolog eşliğinde kazandırmayı amaçlıyor. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi ve Yeşilova Höyüğü kurucu, yöneticisi ve kazı başkanı Doç.Dr Zafer Derin’e teşekkür ederiz.
Haber: Gamze Demircan
DÜNYA ŞAMPİYONU MÜCAHİT KULAK: “DURMAK YOK, RİNGE DEVAM”
Dünya şampiyonluğu, spor dalında en iyi olanın taşıdığı prestij ve ...
TARİHE TANIKLIK EDEN MÜZE ‘‘ULUCANLAR CEZAEVİ MÜZESİ’’
Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi (Ulucanlar Cezaevi), 1925 ve 2006 yılları ...
HAYVAN DOSTLARIMIZDA KAN PARAZİTİ HASTALIĞI
Her canlı dönem dönem sağlık sorunları yaşamaktadır. Bu sağlık sorunlarının ...
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE SOSYAL YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA
Osmanlı İmparatorluğu'nda sosyal yardımlaşma ve dayanışma kültürü, toplumun temel değerlerinden ...
İnsan ve diğer tüm canlıların hayatına devam edebilmesi için toprak ...
KADINLARIN VAZGEÇİLMEZ GİYSİSİ: KIRAS-FİSTAN
Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne ait birçok yerde yıllardır ...
Türkiye’nin birçok şehrinde birbirinden güzel evler bulunmaktadır. Peki ya Ankara’nın ...
SIK RASTLANIP AZ BİLİNEN HASTALIK: KURDEŞEN
Vücudumuzda bir bölge kaşındığı zaman hafife alır, kaşıyıp geçmesini bekleriz. ...
Aydın deyince aklımıza ilk incir, incir deyince de aklımıza ilk ...
DÜNDEN BUGÜNE: URLA SANAT SOKAĞI
Asıl adı Zafer Caddesi olan sokak, 2010 yılından sonra bir ...